Paris’in dar sokaklarında açlığın çığlığı yükselirken, bir halk kendi zincirlerini kırmaya yemin etmişti.
Bastille’in taşları yıkılmaya başladığında, yüzyıllardır sessizce büyüyen öfke, yoksulluk ve umutsuzluk da paramparça oluyordu.
İşte o günkü gürültü, yıllar sonra Balzac’ın satır aralarından yeniden duyuldu.
Balzac, “İnsanlık Komedyası”yla insanlığın hiç değişmeyen çelişkilerini yazdı.
Goriot Baba’nın gözyaşlarında bir babanın çaresizliği, Rastignac’ın bakışlarında genç bir insanın hırsla kirlenen idealizmi, Vautrin’in sözlerinde ise toplumun ikiyüzlülüğü vardı.
Devrimlerle, taç değişimleriyle, hanedanların çöküşleriyle bile değişmeyen bir hakikat vardı Balzac’ın kaleminde: “Zenginlik yalnızca el değiştirir, yoksulluksa hep aynı yüzü taşır.”
Balzac’ın dünyasında pansiyon duvarları nemlidir, merdivenler toplumun katmanları gibi yukarıya doğru daralır.
Her adımda bir kader, her katta bir sınıf, her karakterde bir dönem konuşur.
Gerçekçilik onun için yalnızca bir akım değil, insan ruhunun aynasıdır.
İşte o aynada hepimiz varız: tutkularımızla, zaaflarımızla, hırslarımızla…
Yani Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” aslında bizim hikâyemizdir.
ile okumanızı tavsiye ederim.
Serhan Poyraz