Yazmak istiyorum. Yazmak istediğim yazı yazılmıyor. Neden yazılmıyor? Hiçbir heves yok içimde. Hiçbir konu yok önümde. Zihnim karmakarışık ve çok durgun… Zihnimde titreşen fırtınalar var. Bu fırtınalar nasıl ve ne zaman dinecektir? Bilemiyorum. Şu an hiçbir şey bilmiyorum. Kedi gibi yaşamak, ağaç gibi kurumak… Ben ne bir kedi, ne de kuruyan bir ağaç gibi yaşayabilirim. Duygusallıktan kurtulup, akılla başlayan gerçeklere tutunmak istiyorum. Tutunmak istediğimi sağlam birer dal yapmak istiyorum. Yakalayamamak ise; benim seçme hakkımın yok oluşu… Peki gerçekler… Ve gerçeklerden sonrakiler? Birbiriyle başlayan sadece kendilerine barış isteyen çıkarcı gruplar… Onlarla kaç gün yaşadım ki? Onlarla yaşasam da hep ülkem deyip durdum. Hep ülkem için barış istedim. Bir tek benim barışı istememle ülkemde barış olmuyor ki… Barış… Ne barışı? Barış bir seçiş idi. Ben barışı seçemedim. Çünkü arkadaşlar benim karşıma hep egoist duygularıyla çıktılar. Biliyorum, belki savaş benim için eski tanıdık ve eski bilinendir ama bu menfaatperestlerin ne savaşını, ne de barışını kabulleniyorum. Peki dürüstlük bakımından yazar olarak ismim tescillenmiş midir? Hayır. Çünkü zaaflarım var. En büyük zaafım ülkem ve arkadaşlarım.. Arkadaşlarla sıcak temas halindeyken, zarara uğramalarını engelleyememek… Bazı dostlarıma göre ise; bu büyük bir ahmaklıktır. Onlara göre ahmaklık olan nedense benim için kutsal bir görev olmaktadır. Kutsal görevim yine yazmak. Ve yazmakla bana benzeyen dostları kendi sayfalarımda bulmak… Az bulduklarımla dost olurken, istenmeyen çoğunluktaki arkadaşlardan ayrılışın başlangıcını başlatıyorum. Kaderin çıkardıklarını değil de, kendi bulduklarımla arkadaş oluyorum. Az ama öz ve insan sever hepsi… Şimdi candan ve hepsiyle birlikte yaşıyoruz. Dostlarla birlikte gerçeklerimiz var. Var olan gerçeklerimiz acı. Acı gerçekler o kadar çirkin değil… Neden dışarıdan tedarik ettiğimiz paçavralarla kendimizi sarıp sarmalıyoruz ki? Acı da olsa gerçeklerimiz daima asil ve daima değerli… Aslında toprağımızda altın var… Derine inip kazmasak topraktaki altın yerinde kalır. Altınsız ve değersiz kalan ruhumuz dışarının aldatıcı yalanlarıyla kurur ve deve dikenine benzer. Her esen rüzgarın önüne kattığı deve dikenleri. Yapraksız ve çiçeksiz deve dikenleri meyvesiz de olur. Aynı arabası çamura saplanan gibi… Çamura saplanan araba ancak sahibinin sahip olduğu kadar bir kuvvetle çamurdan kurtulur. Ama sahibi kuvvetsiz ve hasta ise, nasıl çamurdan kurtulur. Çamurdan kurtulmayan araba terk edilir ve üstüne iki kırmızı çizgi işe yaramaz diye çizilir.