

Rasim, sabahtan akşama kadar iş aramaktan yorulmuş, ayaklarını banka uzatıp bir avuç fındık karşılığı aldığı sigarayı yaktı. Duman boğazını yaksada içini ısıtmıyordu. Yanındaki gazeteyi rüzgâr dalgalandırıyordu. İş ilanı umuduyla gazeteyi açtı ve büyük puntolarla yazılmış bir başlık dikkatini çekti:
“DOMATES ÜRETİCİLERİNE MÜJDE!”
Cumhurbaşkanı, ülkenin domates ihracat açığını kapatmak için bir yıl içinde bir ton domates üretene TOGG hediye edileceğini açıklamıştı. Rasim gazeteyi kolunun altına sıkıştırdı.
“Ah be… Benim de bir tarlam olsaydı,” diye iç geçirdi. “Bahar yaklaşıyor… Bu fırsat kaçmazdı.”
Gazeteyi alıp bakkala gitti, elindeki tütün tabakası karşılığında dört ekmek aldı. Ardından çay bahçesine uğrayıp bir ekmeği iki bardak çaya takas etti. Oturup gazeteyi yeniden açtı. Bu kez dikkatini başka bir haber çekti:
“Avrupa’dan Türkiye’ye Göç Dalgası Başladı!”
Türkiye’nin deniz, toprak ve hayvancılık açısından zenginliği anlatılıyordu. Rasim gülümsedi ama acı içindeydi. “Zenginmiş ha… Ben niye görmedim o zenginliği?”
Sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. Depremde yıkılan evinin yerine kerpiçten bile olsa bir şey yapması gerekiyordu. Kalbi hızla çarparken sevdiği kızın çalıştığı Takashane’nin önünden geçecekti.
Gülsüm. Kiraz dudaklı, al yanaklı, tatlı gülüşlü Gülsüm.
Onu görmek Rasim’in tatsız hayatında tek iyi şeydi. Ama her görüşünde içinin bir yanı burkulurdu. Evine, idareten tuttuğu köhne kulübeye doğru yürüdü. İçeri girdi, yatağına uzandı. Tam başını yastığa bırakacakken kapı çaldı. Karşısında ev sahibi vardı.
“Rasim! Üç aydır kira yok. Bu ayki takasın ne olacak?”
Rasim başını öne eğdi. Bulgur torbaları ve pirinç çuvalları yoktu.
“Hiçbir şeyim yok…” dedi fısıldayarak.
Ev sahibi bir an durakladı, sonra başını salladı:
“Tamam, cuma gününe kadar bir yolunu bul. Ama unutma, bu sana son ihtarım.”
Rasim kapıyı kapattı ve yatağına geri uzandı. Karanlığa bakarken aklına Gülsüm geldi. İçinde küçük bir kıvılcım belirdi. “Belki… bir gün…” dedi kendi kendine. Sonra başını iki yana salladı.
“Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış…”
Cebinde tek kuruş yoktu. Kalkıp dışarı çıktı; çöp konteynerlerinden kâğıt ve plastik toplamak için. Herkes tutunacak bir şey arıyordu. O ise yalnızca yaşamak için çırpınıyordu.
Günün sonunda çuvalları dolmuştu. İçinde sessizce bir sevinç kabardı. “Yarınki rızkımız da çıktı, çok şükür…” diye mırıldandı.
Ertesi sabah çuvalla takashaneye gitti. Halk arasında en değerli besin hâline gelen fındık karşılığında çöplerini takas ederken etrafa bakındı. Belki Gülsüm bir yerden geçerdi…
Tam o sırada panoda bir ilan gördü:
“TAKASHANE – Taşıma ve Paketleme Bölümüne İşçi Alınacaktır.”
İçi kıpır kıpır oldu. Ellerinin titremesine aldırmadan danışmaya gitti. Müdür yardımcısı Rasim’i tepeden tırnağa süzdü:
“Başla bakalım. Güçlü adama her zaman iş var.”
O gün Rasim’in bir kapısı açılmıştı.
Bir ay sonra ilk maaşını aldı. Sırtına bir çuval pirinç alıp ev sahibinin kapısına gitti. Adam şaşırdı ama sesi çıkmadı. Rasim içtenlikle pirinç ve bulguru bıraktı, kira bu yolla ödenmiş oldu.
Eve dönüp yatağa uzandığında tavana baktı uzun uzun. Bir ay… Ne yiyeceğini düşündü. Doğduğu günden beri tek yaptığı mücadeleydi. Aç kalmak değil, gözyaşını ve burnunu silecek bir peçete bulamamak yaraladı içini.
Bir an gözleri doldu. Sessizce hıçkırdı. Sonra bir çığlık koptu içinden:
“Keşke… keşke enkazdan beni de kurtarmasalardı!”
Sesi odanın duvarlarına çarpıp geri geldi. Rasim dizlerinin üzerine çöktü, başını yastığa dayadı.
Dışarıda, takashanenin ışıkları yanıyordu. Gülsüm belki o sırada masasındaydı… Hayat akıyordu. İnsanlar koşuyor, takas ediyor, kazanıyor, kaybediyordu.
Rasim ise, bütün yorgunluğu ve umuduyla birlikte, yavaşça gözlerini kapattı.
“Uyuyayım… belki yarın başka bir şey olur…”
Uykuya değil; hayata yeniden tutunmaya niyet ederek…