Yola adam tek başına çıktı. Adam yarı yolda kaldı. Yarı yoldaki adam yaralıydı. Her önüne çıkan çelme atıp tokatlamıştı. Adam başını gökyüzüne kaldırdı. Dua için avuçlar açıldı. Avuçları açılan adam yalnız başınaydı. Yolda yoldaşı yoktu. Yoldaş olmadan yola çıkılmazdı. Onun yoldaşı korku ve o da günahı gibi sırtındaydı. Ona gelene kadar kaç kişi bu yola baş koymuştu. Ve adam baş koyduğu yolda öldü. Bu adam yarı yolda gömüldü. Mezarı yol üstünde ve kendisi masallarda kaldı. Bu masallardaki adamı tanımak ve dinlemek ister misiniz? Korkularını, acılarını ve ümitlerini bilmek ister misiniz? Size bütün masalları ve masallarda yarı yolda kalanların ümitlerini getirmiş. Bu adamın yolu tamamlanmamışken, yol gönüllerde kaldı. Gönüller bu adamın masallarıyla beslendi.
Masal anlatan: “Kaf dağına giden adamı dinleyin” dedi. Dinleyiciler kulak kabartılar. Dinleyenler hora teper gibi sevindiler. Kaf dağı Asya’da kalmıştı. Kaf dağı kahramanların cesaretiyle tırmandığı yoldu. Bu anlatacağı da yolun başıydı. Yolun başında bir cesurun ümitleri vardı ama ümitler daha yolun başındaydı. Daha yolun başında iken, tamamlayacağına dair umut dolu hayat olacaktı. İlk adım, ilk yaprak gibiydi. Zaten her yol, yola çıkanlarıyla yarım idi. Yolu arkadan gelenler tamamlardı. Ne mutlu ona ki yola ilk baş koyabilen… Ne mutlu ona bir adım daha fazla ekleyebilene idi. Eklenenler ile ağızdan ağza raks edenleri masal dedesi ölümsüzleştirir… Ama anlatılanların da hem dostu hem de düşmanı vardı. Çok olan düşman idi. Çok olan düşman masal dedenin anlatacağını anlatmaması için boğazına sarıldılar. Rüyalarına böyle bir kahramanın girmesini ve kalplerinde yer yapmasını istemiyorlardı. Kahramanları ulvi ve yüceleştirme zorlarına gidiyordu. Açıkçası aydınlıklarında yükselenleri susturmak için, altını bakıra çevirmek istiyorlardı. Yola çıkacakların ümitlerini ve dualarını yolun başında gömmek isterlerdi ama dualar gömülmezdi. Dualar inadına dinleyen gençlere kanat oluyordu. Kanatlarıyla yola çıkacaklardı ve icraatlarıyla yolda gizlenmiş dualarını arayacaklardı. Gençler bulacakları ile düşmanı mağlup etmek zorundaydı. Zorunlu galibiyet yeni bir şeyler yaratmak içindi. Yaratmak için mağlup etmek zorunluydu. Tabiat da yaratmak için yıkmak zorunda kalmıyor muydu? Gençler de tabiat kanunu gibi kavga etmek ve savaşmak zorunda kaldılar. Yolda ya kendilerini öldüreceklerdi, ya da düşmanlarını. Evet. Bu kavga yaralayacaktı ama zirvenin hedefleri kavgayı meşrulaştıracaktı. Yola çıkanlar ne kadar bahtiyardı ki bahtiyarlar adımlarıyla yoldaydı ve kucaklarında daha önce çıkmışların masalları vardı. Hatıralarıyla ümitlerine koşuyorlardı. Ümitlerine bağlanıyorlardı. Yol aldıkça, masala masal ekliyorlardı. Masalcıya yeni masal hazırlayacaklardı. Masalcı da bu masalları anlatacaktı. Arkadan gelen gençlerin ümitleri karınlarında ölmeyecekti. Ümitleri öldürmeden zirveleri görmek için, ecel teri dökmek… Ve ter dolu zorluklar masallardaki zirvelerin safhaları olurken, yaşatılan ümit olacaktı. Ve daima ümitleriyle yaşayacaklardı… Umutlar başarıya gidenin yakıtı ve itici gücüydü zaten…