Metehan Mete’nin Gazap isimli romanı, hızlı ilerleyen olay örgüsüyle bir adım sonrasını merak ettirecek cinsten bir anlatı sunuyor. Romanda organize suçla başa çıkan bir mahallenin hikâyesi, Yıldıray isimli başkarakterin odaklayıcılığında anlatılıyor. Roman bana kalırsa akıcılığı korumak için ayrıntıları ıskalıyor, bu sebepten kolay okunurluk meselesi romanı yapısal anlamda bir halk hikâyesi kadar rahat takip edilir kılıyor.
Iskalanan ayrıntıların derecesi, romanı roman olmaktan çıkarıp bir çeşit Sokratik diyaloglar bütününe dönüştürüyor diyebiliriz. Romanda Yıldıray dışındaki tüm karakterler Yıldıray’ın aksiyonlarını meşru kılan ya da açıklayan kişiler. Platon’un diyaloglarında da Sokrates’in merkeze konulduğu felsefi tartışmalar görür, Sokrates dışındakilerin birer onaylayıcı veya soru soran kişi rolünden fazlasına yeltenmediğini hissederiz. Metehan Mete’nin eseri de Yıldıray’ı böyle kullanıyor. Tercihtir demekten başka, bana hitap etmeyen bir yöntemdir demek zorundayım. Başta Yıldıray’ın mesleği olmak üzere roman büyük bir potansiyeli ayrıntısızlığı ile kaçırıyor. Yıldıray bir özel dedektif mi? İyi yürekli bir kabadayı mı? Neye benzer? Karısıyla nasıl tanıştı? Bu mahalleli Yıldıray’a neden bu kadar saygı duyuyor? Tüm bu sorulara cevap aradım okuyucu olarak. Verilen veya verilmeyen cevaplardan tatmin olamadığımı fakat anlatının bir sonraki adımı merak ettiren yapısını beğendiğimi söylemeliyim bu yüzden.
Anlatının hızı, her ne kadar okumayı kolaylaştırıp akılda kalıcılığı artırsa da olaylar fazla birdenbire oluyor gibi. Yıldıray’ın karısı ve kızının saldırıya uğradığı kısım bunun bir örneği:
Eve doğru giderken kalbi hızlı atıyordu. Kapıya yaklaştığında korkunç bir manzarayla karşılaştı: Polisler, yağmur altında, binanın önünde bekliyordu. Yağmur damlaları polis araçlarının tepe lambalarına çarpıyor, kasveti daha da derinleştiriyordu. Yıldıray’ın elleri titremeye başladı. İçten içe dua ediyordu, korktuğu şey gerçekleşmesin diye.
Koşamıyordu, çünkü gördüğü manzara zaten her şeyi söylüyordu. Ağır adımlarla, tedirginlikle binaya girdi. Karşılaştığı her polis ona üzgünce bakıyordu. Merdivenleri usulca çıktı. Ev kapısı açıktı. İçeride polisler vardı. Biri titrek sesle sordu:
“Sizin aileniz mi?”
Yıldıray şaşkınlıkla polisin gözlerine baktı, boğazı düğümlendi, cevap veremedi. Elindeki oyuncak ata sıkıca sarıldı, oturma odasına yaklaştı. İçeri giremedi; donuk ve şoktaydı. Kızının ve eşinin korkuyla birbirine sarılmış hıçkıra hıçkıra ağladığını, kanlar içinde olduklarını gördü. Ama hayattaydılar.
Alıntıladığım bu kısım, romanın henüz başında Yıldıray’ın mahallesini terk etme sebebini içeriyor. Karakter ailesinin zarar görmemesi için mahalleyi terk edecek ve bambaşka bir yaşam biçimine yönelecektir. Buraya kadar bir sorun yok. Sorun, bu çetrefilli vaziyetin sunuluş biçimi. “Oldu bitti”ye getirilen hikâye anlatma tarzı maalesef burada beni etkilemekten uzak kalıyor. Roman birden üç yıl sonrasına atlıyor ve biz geriye dönük iç açıcı bir açıklama göremiyoruz anlatıcıdan:
3 YIL SONRA
Yıldıray, eşinin ve kızının o zalim saldırıya uğramasının ardından, Çolakoğlu’nun tozlu, karmaşık sokaklarından uzaklaşmıştı. Başka bir ilçede, şehrin karmaşasından izole edilmiş, müstakil bir dairede kendilerine küçük, kırılgan bir hayat kurmuştu.
Karısına ve çocuğuna nasıl bir saldırı gerçekleşti? Ne kadar zarar gördüler? Mahalleden uzaklaşma süreci nasıldı? Nasıl acılar çekildi. Romanda Yıldıray ile karısı Meryem arasında kurulan çatışma unsuru burada daha da artırılabilirdi örneğin. Yazarın bu gibi durumlarda ayrıntıları okuyucuya daha cömert bir biçimde sunması gerekir diye düşünüyorum. Aceleye getirilen eser alelacele okunur. Derdimiz bir tiyatro oyunu ya da senaryo yazmak olsa dahi bu işin esası karakterin arka planı, şahsiyeti ve bunları meydana getiren şartlardır. Yazarken karakteri şartlayan, yoğuran, var eden unsurları ve kilit olayları yok sayarsak, eserde özdeşim kuracak yer bulamaz okuyucu. Metehan Mete’nin bu eserde sıkıntısı bu gibi geliyor bana. Roman, bir an önce tepe noktasına, maharetin gösterileceği kısma gitmek istiyor. Yazar istiyor bunu. Ama okuyucu istiyor mu? Hazır mı? Karakteri yeterince tanıdık mı? Olaylar bizi oraya götürdü mü? Gazap, bunlarla ilgilenmiyor. Yıldıray’ın birçok kez karşısındakine söylediği ya da ima ettiği gibi “sadede gelmeyi” gerektiren bir olay örgüsü sunuyor.
Bu sürekli sadede gelme isteği, olayları klişelere yaslanarak ele almayı gerektiriyor ve karakter kurulumunu zayıflatıyor. Karakter olmadan akış olmaz. Gazap’ta Yıldıray dışında akılda kalıcı karakter yok desek buna kim itiraz edebilir? Bir başka mesele, okurun kafasına kafasına vuran diyaloglar diyebilirim. Bu, maalesef yer yer kendimde de gördüğüm bir sorun ve bu konuda ısrar etmekte yarar var. Romanda şöyle bir diyalog var örneğin:
“Araştıralım bakalım. Zaten eğer Gazap’ı durdurabilirsek, ardından İsmail mahalleye zıplayacaktır. Bu da onu açığa çıkarır.”
“O zaman Gazap’ı durduracağız.”
“Aklımda bir şey var ama olur mu bilmiyorum.”
Yakup merakla sordu:
“Nedir patron?”
“Kahveci Cengiz abinin oğlu var, adı Tankut.”
Yakup gülümseyerek beklenmedik bir sıçrayış yaptı:
“Hani şu ağır sıklette dünya şampiyonu, dövüşçü olan.”
Yıldıray ve Yakup’un mahallede yaşanan cinayetler konusunda yapacaklarını tartıştıkları bu diyalogda benim gözüme çarpan sıkıntı, “hani şu” diye başlayan cümle. Bu gibi cümleler, günlük hayatta karşılaşacağımız türden bir refleksi içermiyor bana kalırsa. Maksat okuyucuya anlatı içerisinde yaşananları eksiksiz anlatmak ise bunun yolu okuyucuyu doğru yola sürüklemek değildir. Göstermek esastır. Anlatmak değil. Metehan Mete maalesef bu hatayı sık sık yapıyor. Polisiye türünde okuyucuya yol göstermek esastır diyebilirsiniz. Fakat bunun daha farklı yolları var. Anlatıcıyı kullanabilirsiniz. Karakterler sürekli sesli düşünmek zorunda değil. Öyle yapılacaksa Yıldıray anlatıcı olsun ve her şeyi onun dolayımıyla duyalım. Bu gibi tercihleri doğru yapmak, romanın akıcılığı ile okuyucudan alacağı artı puanı katlayacatır. Kurgunun, organize suç bağlantılarının ve polisiyenin yaprak yaprak açılarak bir sonuca bağlanması elbette büyük bir beceriyi gerektiriyor. Metehan Mete’de bu var. Fakat ben işaret ettiğim noktalar da bu olay merkezli anlatıya yedirilirse daha derinlikli bir kurgu okuruz diye düşünüyorum.
KAYNAKÇA:
Mete, Metehan. Gazap. İstanbul: Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, 2025.