Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Az Bulutlu
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Çok Bulutlu
11°C
Salı Az Bulutlu
12°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
13°C

KOCA DEĞİRMEN – 1

KOCA DEĞİRMEN – 1
12 Temmuz 2023 13:28
289
A+
A-

(HAYRETTİN)

— Az EFe, Hadi kalk artık oğlum!

— Anne, çok uykum var. Bırak biraz daha uyuyayım. Dün gece çok geç yattım.

— O bar senin bu pavyon benim sabaha kadar dolaşırsan olacağı bu.

— Dalga geçme anne ya.

— Dalga geçerim tabi. Ege kırsalında bir Yörük damında yaşıyoruz oğlum. Etrafta bizden başka hiç kimse yok. Akşam radyo tiyatrosunu dinleyip hep beraber yattık işte.

— İyi de ben hemen uyuyamadım ki.

— Neden hemen uyuyamadın ki? Pirelendin mi?

— Yok, düşündüm.

— Neyi düşündün?

— Hani akşamki radyo tiyatrosunda yaşlı bir terzi amca vardı ya?

— E, ne olmuş ona?

— Hani, hâkimlerin, savcıların, kaymakamların, belediye başkanlarının elbiselerini hep o dikerdi. Bu insanların elbise ölçülerini önceden bilir, özel isteklerini unutmazdı. Düğünlerde, bayramlarda özel davetlerde diktiği kıyafetleri onların üzerinde görünce gururlanırdı. O, kasabanın en iyi terzisiydi. Terzilik onun baba mesleğiydi. Kendisinden sonra kasabadaki hâkimlerin, savcıların, kaymakamların elbiselerini dikecek yetkin ustalar yetiştirmek için, yanında çalışanlara mesleğinin tüm inceliklerini öğretirdi.

Sonra zamanla yaşlı terzinin dükkânına gelip gidenler azalmaya başladı. Gelen insanlar da yırtılan, sökülen elbiselerini tamir ettirmek, pantolon paçalarını kısalttırmak için geliyorlardı. Çünkü insanlar artık hazır giyim mağazalarından giyiniyorlardı. İşleri bozulunca yanında çalışan çırakları ve kalfaları işten çıkarmak zorunda kaldı. Ailecek bilmem kaç kuşaktır sürdürdükleri mesleğin sonuna gelmişti. Dükkânını kapatmak zorundaydı. Ama bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi ve okula giden çocukları vardı. Para kazanması gerekiyordu. Bir arkadaşı kendisine bir konfeksiyon atölyesinde iş buldu. Takım elbise üretilen bir atölyede yüzlerce işçiyle birlikte çalışacaktı. Bunu bir türlü kendine yediremiyor “Ben hâkimlere, savcılara, kaymakamlara, belediye başkanlarına en güzel takım elbiseleri dikmiş yılların terzisiyim. Bir makinanın başına oturup da kol dikemem,” diye ağlıyordu. Ben o terzi amcaya çok üzüldüm anne.

— Haklısın oğlum. Hepimiz üzüldük. Ama hayat böyle bir şey işte. Gün oluyor, devran dönüyor. Bazı şeyler önemini yitirirken başka şeyler önem kazanmaya başlıyor. Bir gün gelecek insanlar buraları da beğenmeyecekler. Köylere kasabalara taşınacaklar. Bağımız bahçemiz kuruyacak. Bu güzelim taş ev viran olup gidecek.

— Keşke hep burada kalsak anne. Hatta hiç büyümesek. Babam hep bizimle olsa mesela. Ninem hepimize çekişip dursa. Ve her sabah beni yataktan sen kaldırsan.

— Her sabahı bilmem ama bu sabah seni ben kaldırıyorum. Hadi kalk bakalım. Seni gidi tembel teneke seni.

— Dur anne ya. Gıdıklama. Hem açma yorganımı. Üzerimde sadece donum var. Utanıyorum.

— Vay vay vay! Beyimiz utanıyormuş. Seni ben doğurdum oğlum. Daha düne kadar poponu yıkardım.

— Olsun. Ben artık büyüdüm. Kocaman adam oldum. Tam on dört yaşındayım.

— Hah işte! Ben de tam bunu diyecektim. Hadi kalk bakalım koca adam. Seninle önemli bir işimiz var.

— Ne işiymiş o?

— Değirmene gideceksin. Bugün ekmek yapacaktım, evde hiç un kalmamış. Avluya iki çuval buğday hazırladım.

— Anne ben ne anlarım değirmenden yahu?

— Oğlum baban sabah erkenden kalkıp sığırları otlatmaya gitti. Abin iki gündür komşu köyde düğünde. Hadi hadi! Sen yüzünü yıkarken ben de çayı ısıtayım. Gitmeden bir çay iç. Sonra da Hayrettin’i çıkar ahırdan.

— Hayrettin deme şuna yahu. Bizim boz eşek o.

— Baban öyle diyor. Bir huysuzluk yaptığı zaman “Ulan eşek, Hayrettin bir şeysin yahu!” diyor.

— Anne ben değirmene falan gidemem. Hem babam cüzdanını yanında götürmüştür. Parasız değirmene gidilmez ki.

— Gidilir gidilir. Değirmencinin “Kaşık” denilen silindir şeklinde metal bir kâsesi vardır. Müşteri para vermek istemezse her iki teneke buğday için bir kaşık hak alınır.

— Bunu önceden biliyordum. Tüh, gene yırtamadık.

— Az önce kendin dedin ya oğlum “Ben artık büyüdüm” diye. Evde senden başka erkek yok. Bu sefer de sen gidiver değirmene, ne olacak? Hadi kalk, oyalama beni.

— Öf anne ya!

—Bir şeyler yemek istersen kuru muru birkaç parça ekmek var.

Kurtuluş yoktu. Çaresiz Hayrettin’i ahırdan çıkardım, üzerine semerini vurup kolanını bir güzel sıktım. Annemin hazırladığı, içerisinde üçer teneke buğday olan pamuk dokuma çuvalları, annemle beraber birer birer kucaklayıp eşeğin sırtına yükledik. Eşeğin yularından tutarak çaya doğru yürüdüm. Çay, evimizin on dakika kadar aşağısındaydı. Çayın karşı kıyısında bizimkilerin Gocu Deymen (Koca Değirmen) dedikleri bir su değirmeni vardı. (Devam Edecek)

Sevgilerimle…

Necati KüçüK

( Az Efe )

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.