Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C
Abimi
7 Mayıs 2022 15:02
617
A+
A-

Şehirden ayrılıp evime dönmek için at meydanından bir araba kiralamam gerekiyor. Sürücüsü başında olan tek talikaya doğru usulca yaklaştım. Arabanın sürücüsü olduğu yerde hafif hafif sallanıyor. Belli ki yaşlı adam az önce demlenip öyle oturmuş arabasının başına. Adamla gitmek istediğim yeri anlattım ve fiyatta anlaştık. Yaşlı sürücü konuşurken ağzından buram buram şarap kokusu geliyordu. Belli ki bir önceki işinden sağlam bir bahşiş almıştı. Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yola koyulduk. 

Az önce bulunduğum şehir yavaş yavaş ufuktan kayboluyor. Pek sıkıcı bulduğum çiftliğime geri dönüyorum. Hayatta beni en mutlu eden şeyler az önce terk ettiğim şehire benzer yerlerde bulunuyor. İnsanların durmak bilmeyen telaşlı halleri, zamanın ikircikli yapısının yarattığı illüzyon; yaşamın sıkıcı perdesini insanın gözlerinden kaldırıyor sanki. Bir birahanede birkaç kadeh bir şey içip insanlarla tanışmak, onların hayat gayelerini, sıkıntılarını, neşelerini paylaşmak beni cezbediyor. Okuma yazma bilen biri olarak gücümün yettiği kadarıyla aldığım birkaç kitap bir sonraki yolculuğuma kadar beni sıkıcı yaşantımdan uzaklaştırıp tekrardan heyecanlı bir maceraya yelken açmama sebebiyet veriyor. Yine de aileme dönüyor olmak, arkamda bıraktığım eğlenceli yaşantının burukluğunu bir nebzede olsa hafifletiyor. 

 Memleketimin uçsuz bucaksız ovalarında, çamurlu yollarında, içinden geçip gittiğim ormanlarında, beni huzura sevk eden sakin bir eda var. Sık sık yağışlı olması, gökyüzünün sürekli bulutlu olması, nevi şahsına münhasır bir toprak bütünü yapıveriyor memleketimi. Birkaç kez deniz seferine çıkmışlığımda İtalya ve Afrika denen yerlere gittim. Oldukça garip havası olan bu memleketlerin benim yurdumla uzaktan yakından alakaları yoktu. İç bunaltıcı bir sıcak ve güneş bolluğu ile kaplıydılar. İnsanları ilginç şekillerde neşeli ve benimle alakadar olmak için can atan şekildeydi. Onlardaki bu hava ilk başlarda ilgi çekici olsa da yaptığım bu uzun seyahatlerde iyiden iyiye bunalmış, bu seyahatlerden döndüğümde memleketimin değerini bir kez daha anlamıştım. 

 Az önce şiddetini dindiren yağmur, hafif hafif çiselemekte. Toprak yollar da  hiddetli yağmurun yer yüzüne inişinden nasibini aldı. Talikanın önündeki sürücüsü ile giriştiğimiz ama henüz ikimizin de söz etmediği ufak bir oyun var. Sık sık ettiğim seyahatlerde sıkıntıdan patlamamak için bu oyunu oynarım. Gerçi sürücülerin bundan haberi var mıdır bilemiyorum. Oyunun kuralı çok basit. Daha önceleri geçmiş olan arabaların teker izlerini takip etmek. Eğer sürücü olurda bu izden çıkarsa yaşanan sarsıntı başına puan kaybeder. 25 puanın da her biri kaybedilirse oyunu ben kazanmış olurum, he olurda karşıma yetenekli bir sürücü çıkarsa inisiyatifimi kullanır ona daha az puan hakkı veririm. Ne de olsa bu oyunun amacı hiçbir heyecanı olmayan bu uzun yollara bir heyecan katmak. Arada bir dikkatsiz ve oyunumu kabul etmeyen sürücülerle de karşılaşıyorum, orası ayrı bir mesele. 

 Şimdi siz merak içerisindesinizdir bu devirde bu kadar yolculuk yapacak kadar önemli kişi kimdir diye. Hiç meraklanmayın efendim, hiç de mühim bir kimse değilim. Değirmenci bir ailenin en küçük oğluyum. İki abim ve ben Adam ustaya yardım ediyoruz. Adam usta da babam olur, kendisi tanınan bir değirmencidir. Yaptığımız ürünleri müşterilere bizzat ben teslim ederim. Ondandır yollarda geçer ömrüm. Bazen benden küçük bir kardeşimin olmasını istemiyor değilim. Bu çamurlu ve bok kokan yollardan gına geldi. Başlarda oldukça keyifliydi, hele şehirde yaşayan, zengin biri çıktı mı değmeyin keyfime. Güzel bir han, sıcak bir oda, yumuşak bir yatak ve elbette yatağı paylaşacak hoş bir kadın. Peh! Güzel günlerdi desenize artık öyle müşteri bulmak zor. Neden mi? 

 Her şey bir önceki kış başladı, düşününce insanın aklı ermiyor yaşananlara. O günlerde yolculuğun en zor kısmı kendisiydi. Arada sırada çapulcuların yol kestiği duyulmadık şey değildi gerçi, hatta benim başıma da bir kere gelmişliği var ama, bugün olanlar çapulcularla mukayese edilemez. Başıma gelen çapulcu belası öyle korkulacak bir şey değildi. İyi müşterilerimizden biri olan fırıncı Gelbert ustanın teslimatını yapmış dönüyordum. O sırada üç çapulcu önümüzü kesti, arabayı ve üstümüzü aradılar. Üstümdeki dört buçuk altın dışında bir şey bulamayıp bizi bıraktılar. Bana bir bakın, bende soyulacak göz var mı? Tabi ki teslimattan sonra aldığım altınları her zaman arabaların müsait bulduğum bir yerine istiflerim, genelde burası sürücünün altındaki tahta bölme olur. O günde aynen böyle yapmıştım. Ama şimdi bu akıllılık bile kar etmez oldu. 

 Sürücü atları durdurdu. Kenara işemeye gitti. Fırsat bilip bende talikadan indim şöyle iyice bir gerindikten sonra bende işemeye koyuldum. İnsan iyi değerlendirmeli böyle fırsatı, yoksa bu sürücü milleti -hele de iyi para vermediyseniz- pek kızar arabalarının sık sık durdurulmasına. Adamın arabaya bindiğini görünce koştum, yetiştim. Oyunumu dikkatle takip ediyorum. Yaşlı adamın 12 puanı kaldı böyle giderse eve kadar yetiremeyecek puanlarını. Adam da sıkılacak oldu ki benimle sohbete başladı  

” Yaşın küçük ama belli, bayadır yollardasın” 

” 12 yaşımdan beridir ben ilgilenirim bu işlerle. Şimdi 19 yaşımdayım 7 kış geçirdim yollarda ”  

” Öyleyse bilirsin yolun çetin koşullarını, buralara pek kar yağmaz ama yağdı mı da insanı hayatından bezdirir”  

” Bilmem mi, bundan iki kış önce yağmıştı hatırlıyor musun” 

” Hatırlamam mı. Aklı olan dışarı çıkmazdı ” 

” Ya! çıkmazdı. Ben akılsızlık edip çıktım, hem de yine aynı bu yolu geldim, gittim.” Yaşlı adam gözlerini bana dikip uzun bir süre beni inceledi, şaşırmış gibi yapıp önüne döndü ardından, 

” İyi bir yerin donup düşmemiş, kaç adamın kulakları, burnu düşer bu yolda” 

 Samimiyetimiz artmış iken dayanamayıp adama yoldaki tehlikeyi sorar oldum. Yaşlı adam uzunca bir süre sustu, önüne baktı. Belli ki bu konuyu konuşmak istemiyordu art arda iki defa yoldaki tekerlek izinden çıktı. Bu ona iki puan daha kaybettirdi. Yaşlı adam uzunca bir es verdikten sonra lafına başladı  

” Genelde şehirdeki at meydanlarında dururuz. Hava soğudumu meydanı gören bir barda müşteri bekleriz. Arada birde sizin gibi müşteriler gelir. Uzunca süredir talika ve fayton sürerim. Çok kanunsuz, başıboş zaman görmüşümdür, Kolcuların yolları gözetmediği dönemler.  O günlerde bile içimde böyle bir korku barındırmıyordum. Bahsettiğim barlarda hep bir neşe olurdu. Yolun tehlikesini sürücüler, adeta öç alırmış gibi eğlenerek üzerlerinden atardı. Gel gör ki şimdi kimsede neşeye dair hiçbir emare yok. Bütün bir suskunluk ve dehşet hakim. Arabalara saldıranlar her kimse arkalarında ceset dahi bırakmıyor, bıraktıkları ceset varsa bile artık insana benzer bir yanı kalmıyor. ” 

” Sence kim böyle bir işe kalkışır, hem arabaları da soymadıklarını duydum.” 

” Her kimse onunla tanışmak istemiyorum evlat. Çok dillendirip de belayı başımıza gark etmeyelim. ” 

Sürücü bunu söyledikten sonra sessizce uzaklara daldı. Bende çok diretmeyip arkaya çekildim. Dışarıda çiseleyen yağmur dindi. Bahar yağmurları sonrasında toprağın sıcaklığı dışarı taşar, nemli, sıcak bir hava olur, bende bu havaların hastasıyımdır. İşte tamda böyle bir hava yayıldı yeryüzüne. Buram buram toprak ve çimen kokusu arabanın içerisine doldu. Sırt üstü uzanıp tekerleklerin gıcırtısı eşliğinde kurduğum oyunu devam ettirdim. Uzunca bir süre hata yapmadı yaşlı sürücü. Gözlerim huzur içerisinde ağırlaştı ve kısa bir süre uyuya kaldım. 

 Gözlerimi açtığımda hava henüz kararmaktaydı. Uyandığım gibi midemin kazıntısı aklıma vurdu. Anamın yaptığı elmalı kekten bir parça koparıp sürücüye ikram ettim. Adam minnet duyar bir şekilde başını salladı. Bir süre akşam atıştırması ile meşgul olduk. Ardından yaşlı adam 

” Anneniz mi yaptı bunu ” 

” Evet, annem hamur işlerinde mahir bir kadındır ” 

” Gerçektende öyle, kullandığı un da sanırım sizin değirmenden geliyor ” 

” Evet efendim, dışarıya pek ihtiyaç duymayız ineklerimiz, tavuklarımız da var babam varlıklı bir adam ” 

” Orası belli, şanslı da sayılır. Üç oğlan cocuk ve becerikli bir kadın. Her erkeğin hayalini kurduğu şeydir. ” 

” Siz efendim, sizin çocuğunuz yok mu? ” 

” Orasını pek bilemem, bildiğim kadarıyla yok. Yoksul bir aileden geliyorum, geçimimide at arabası sürerek sağlıyorum. Sen düşün. ” Adamın sesinde ince bir kinaye vardı. Acaba beni şanslı görüp kıskanmış mıydı, yoksa sorumu gereksiz mi bulmuştu. Anlayamadım.  

Akşamın karanlığı çökerken ikimizide bir korku sardı. Düşünmek istesem de istemesem de hep aynı hezeyan kaplıyordu içimi. Bu durumu geçiştirmek için oyunuma odaklanıyordum. Nerede kaldı bu Dost meclisi hanı. Şimdiye gelmiş olmalıydık. Uzunca süre parıldayan ince bir ışık arar oldu gözlerim. Başımı sokup sabahı bekleyeceğimiz bir yer lazımdı bize. Yoksa ne uyku tutar insanı ne de yolculuk isteği. Sonunda olması gerekenden geç de olsa karşılaştım Dost meclisi hanının ışığı ile. Sürücü de hiç sormadan Hana çekti arabayı. Hali hazırda cebimde geceyi geçirecek kadar param olduğu için zulamdan altın almaya gerek duymadım 

 İçeri girdiğimde her zamankinden farklı gözüktü gözüme Dost meclisi hanı. İnsanlar arasında da pek tanıdık birine rastlamadım açıkçası. Neyse, dışarının gerginliği üzerime sinmiş olmalı. Sağ salim buraya vardık ya, daha başka bir şey istemem. Yıllar içerisinde samimi olduğum, Dost Meclisi’nin de sahibi olan şişko Richard’ ı salonda göz ucuyla aradım. Richard benden bir kafa boyu daha uzun, iri yarı şişmanca bir adamdı. Al yanaklarından tombul çenesine uzanan uzun favorileri, tümüyle kel olmaya karşı mağrur bir kavgaya tutuşmuş, koca bir bal kabağını andıran kafasını, yanlarından sarmalamış ince telli sarı saçları ve et benleri ile dolu yüzüyle Richard, kendine has dış görünüşüyle, tüm salonda dikkat çekiyordu. Anlayacağınız Richard ı bulmam zor olmadı. Yanına doğru yanaşırken maslardan yansıyan sohbetlere kulak misafiri oldum. Bir masada balıklardan -evet, bildiğiniz balıklardan- bir diğerinde yeşil safir taşların yenip yenemeyeceğinden, Yine bir masada da sürekli ”kara” kelimesinin bulunduğu cümleler kuran. Uzun beyaz saçlı bir adam, yanında ona benzeyen hatta neredeyse tıpa tıp aynısı diyebileceğim bir diğer adam oturuyordu.  

 Şişko Richard arkası bana dönük şekilde, bir masayı siliyordu. Arkasından sinsice yanaşıp onu hafifçe ittim. Arkasını dönüp sadece ” buyrun, yardımcı olayım.” dedi. Oluşan garip havayı dağıtmak için  

” Tanımadın mı beni Richard. Ben Sam.” 

” Sam hoş geldin. Ne istersin benden.” sesinde eblek bir hava vardı. Gerçi Richard’ ın genel konuşma tarzı buydu. Ağzı açık burnu tıkalı gibi konuşurdu. 

” Oda isteyeceğim, başka ne isteyeyim. Tabi bir sürahi bira, birazda ekmek olsa hiç fena olmaz.” dediklerim bittiği gibi sildiği masayı bırakıp mutfağa doğru gitti. Bir gariplik vardı bu işte ama… ulan! yoksa bunlar mantar yemiş olmasın. Olur mu olur Richard saftır biraz. Gidip zehirli mantar toplayıp yedirmesin bu insanlara. 

 Kaygılar içinde debelenirken Yaşlı sürücü omuzuma dokunup karşı sandalyeye oturdu.  

” Ne oldu. Betin benzin atmış” 

” Bir gariplik var burada. Fark etmedin mi?” 

 ” Yani çok gelip gitmem buraya, biraz daha ilerde daha hoş bir han var.” 

” Öyle değil. Baksana herkes bir garip.” Yaşlı adam gözlerini kısıp, uzunca bir süre salondakileri süzdü daha sonra bana dönüp 

” Hakikaten, bir garip bu insanlar” 

” Mantar yemişler”  

” Mantar mı Yemişler ” 

” He mantar yemişler.” 

” Zehirli mantar yeseler burayı bok götürürdü. Mantar falan yememişler.” 

” Ya ne olm…” Şişko Richard elinde bir sürahi Bira, Kurutulmuş kıtır ekmekle masaya geldi merakıma yenilip Richard’ a sordum  

” Mantar var mı?”  

” Mantar yok yahni var” 

” Yahnide mantar var mı” 

” Mantar yok. Yersen yahni var.” 

” Yok sağol, Richard hangi Oda bizimdi. ” 

” Üst kat sağ ” Richard arkasını dönüp tekrardan başka bir masayı silmeye başladı. Bizde yaşlı adamlar biraları ve ekmekleri bitirip odaya çıktık. 

Bütün bir gece huzursuzlukla geçti. Bütün bir gece dediğim, uzunca bir süre. Bilemiyorum gerçi bana da uzun gelmiş olabilir, neyse. Yatakta bir o yana dönüp bir bu yana dönüp beni huzursuz eden şeyler düşündüm. Ne olmuştu salondaki insanlara. Niye bana bu kadar garip gelmişti bir türlü çözemiyordum. Bir anda beni huzursuz eden şeyi anladım. Salon bana masalar yüzünden garip gelmişti. Uzun maslar kapıya yakın, kısa masalar pencereye yakındı. Eski halinde ise masalar tam tersi şekildeydi. Sonunda bulmuştum beni rahatsız eden şeyi. Tam rahatlamış yatacaktım ki, aklıma dehşet verici bir söz geldi, bu söz Richard a aitti. ” Ölsem de ben burayı değiştirmem. Burası babamdan yadigâr duvardaki çiviyi bile sökmem.” Bu sözü Richard’ a bir duvar süsü hediye etmeye kalkıştığımda kendisi söylemişti. Benim tanıdığım şişko adam asla hanın düzenini değiştirmeye kalkmazdı. İşte o an içinde bulunduğumuz durumun farkına vardım. Aceleyle ihtiyarı uykusundan kaldırdım. İlk başta mırın kırın etse de yola çıkmaya ikna ettim. 

 Tam at ahırına girmiştik ki, bizi Richard karşıladı. Boş gözlerle bize bakıyordu. Temkinli ve yavaş hareketlerle atları tavlalarından çıkartıp Talikaya bağladık. Richard’sa boş gözlerle bizi izliyordu. Ahırın kapısını açmak için kapıya yönelmiştim ki, Richard cüsseli elleriyle beni tutup ileriye itti. Ne yapacağımı bilemeden kala kaldım. İlk başta dil döksem de bunun beyhude bir çaba olduğunu anlayıp tekrardan kapıya koştum. Bu sefer kapıyı tutan barikatı kaldırıp kapıyı araladım Richard tekrardan beni ensemden savurup arabaya bağlı atların önüne attı. Hayvanlar es kaza ürküp koşmaya başlasa ezilip gidecektim. Önümüzdeki tek engel cüsse olarak benden 2 tane yapan adam değildi. Yukardaki garip misafirlerde uyanmış, ahıra doğru büyük bir gürültüyle ahşap merdivenlerden iniyordu. Nefes nefese kalmış ve oradan oraya savrulmanında etkisiyle sersemlemiştim. Arkamdan gelen seslerde hem ürkütücü hem de çok vaktimin olmadığını bana hatırlatır cinstendi. Kapıyı açabilmek için son şansımdı. Toparlanıp var gücümle kapıya koştum. Richard beni yakalamak için öne atıldı, eğilerek koltuk altından sıvıştım. Kapıyı açar açmaz, korkudan gözlerini dört açmış yaşlı adama bağırdım ”Sür.” Atlar bir zamanlar Şişko Richard olan adamı yere yıkıp geçti. Ahıra girdiğimiz kapıdan bana doğru akın eden misafirleri görünce koşmaya başladım. Arkamdaki at arabası ve onun da arkasındaki insan sürüsü beni kovalıyordu. Arabanın yanına geçtim. Araba hızlanarak önüme geçti. Bu seferde arabayı kovalayan ben ve beni kovalayan insan sürüsü halini aldık. Bu bir süre böyle devam etti. Arabanın yaşlı sürücüsüne ettiğim onca küfür ve beladan sonra beni duyup biraz insafa gelecek olmuştu ki, yavaşladı, bende fırsat bilip arabaya atladım. Peşimizdeki herkes bir anda durdu. Yattığım yerden kalkıp arkaya bakana kadar onlar gözden kaybolmuşlardı. 

 Olayın şokunu üzerimizden atmamız biraz zaman aldı. Arkada uzanıp ne olduğuna anlam vermeye çalışıyordum. Az önce olduğumuz yer Dost meclisi hanı değildi ama aynı zamanda da orasıydı. Richard da Richard değildi ama beni oradan oraya savuran kişi birebir Richard’ın ta kendisiydi. Sürücü arabayı yavaşlatmış atları dinlendiriyordu, Yanına yanaşıp sordum 

” Gördün mü başımıza gelenleri.” 

” Sus şimdi sırası değil. Ben yaşlı başlı adamım uğraştığım işlere bak.” 

” ya peşimizden geliyorsalar.”  

 ” Sus dedim sana! geliyorsalar geliyorlar.” 

” Ah şu gece bitse bir daha köyden çıkarsam namerdim ” sürücü pür dikkat kesilmiş İki yanı uzun ağaçlarla çevrelenmiş sisli orman yolunda önünü görmeye çabalıyordu. Aklıma oynadığım oyun geldi. Eğer bu adam beni sağ salim eve götürürse bütün oyunların kazananı o olacak. Sürücünün yanına oturdum bir süre ikimizde konuşmadan yola devam ettik. Artık macera bitmişti, eve kadar aheste aheste giderim sanıyorum.  

 Artık her şeyi arkamızda bırakmıştık. Ormanın sonsuz sessizliğini, atlarımızın nefesleri ve arabamızın tekerinden çıkan gıcık edici gıcırdamayla sonlandırıyorduk. Ormanın derinlerine ilerledikçe burnuma kesif bir koku gelmeye başladı. Bu koku ekşi ve keskin bir kokuydu. Önümüzdeki sis de şiddetini artırıyor. Arabada bulunan lambaları yaktım. İki yanda bulunan lambalar yolun engebeleriyle sallanıyor, yer yer ormanın içerisine doğru aydınlık sağlıyordu. Gözüm bir ara ormanın iç kesimlerine seğirtti. Hiçbir şey gözükmese de birinin bizi izlediği hissine kapıldım. İçimi kaplayan korkuyu, sadece bu tip durumlarda aklıma gelen tanrıma dua ederek bastırmaya çalışıyorum. Aklıma sık sık nenemden dinlediğim korku hikayelerindeki canavarlar geliyor. Onlarda tıpkı şu an bulunduğumuz ormandaki gibi yerlerde yaşar, aynı bizim gibi tek başlarına dolanan avareleri bulurlardı. Defalarca gelip gittiğim bu yol çekilmez bir işkence olup çıktı bana. Koku iyiden iyiye beni rahatsız etmeye başladı yanımda bulunan yaşlı adama dönüp baktım. İkimizde sanırım bu kokunun kaynağını tahmin edebiliyoruz. Yakınlarımızda ölmüş bir hayvan var. Yol gittikçe incelmeye başladı artık tek arabanın bile geçemeyeceği bir hal aldı. Gözümü ormanın derinliklerine diktim, sanki bir şey her an beni kapıp götürecekmiş gibi bir his uyandırıyor. 

  Sessizlik monoton bir hal aldı. Bugünü yeterince yaşadığımı hissediyorum. Bir an önce evime ailemin yanına dönmek istiyorum. Gözlerim sisin tül gibi örtüğü ağaç siluetlerinin yavaşça akışına daldı. Arabanın bir şeylerin üzerinden sertçe geçmesinin yaşattığı sarsıntıyla kendime geldim. Sarsıntı bir türlü geçmiyordu. Sürücü arabayı durdurup ”İn bir bak neye bulaştık yine” dedi. İstemeyerek indim.  

 Karşılaştığım, vahşetin en karanlık haliydi. Arabaya sarsıntı yaşatan meğerse az önce peşimizden koşmakta olan insanlarmış. Bunu henüz parçalanmamış ve yeterince çürümemiş bir kadın kafasından anladım. Gördüğüm manzara karşısında olduğum yere kustum. Yersiz bir titreme almıştı beni. Sanki vücudumun kontrolünü yavaş yavaş kaybediyorum. Yerdeki cesetlerin çoğu biçimsiz şekillerde kesilmiş, hatta kesilmemiş sanki koparılmıştı. İç organlar hangi talihsiz kişiye ait olduğu teşhis edilemez bir biçimde, düzensizce etrafa saçılmıştı. Yer olduğu gibi insan kanına bulanmış ama kuruyan kan toprağın üstünde uzun süre durduğu için koyu, akışkan olmayan yeni bir katman halini almıştı. Aslına bakacak olursanız incelemem sürerken bu vahşetin bir rastgelelik değilde, ardışık bir şekilde hatta belki, biçimlice yerleştirildiğini düşünüyorum. Yerde koparılmış vaziyette duran kafaların her birinin çeneleri kırılmış, yanakları yırtılmış, dilleri dil kökünden koparılarak çenelerinden aşağı sarkan bir biçimde dik koyulmuştu. Kafalardan ayrı kalmış diğer organlarında yırtılma yerlerinden yağlar fışkıracak bir biçimde yerde sıralı biçimde duruyordu. İç organlar ise gövdeden çıkarılmış ve yerlere saçılmıştı.  

 Arabanın durduğu yerde şiddetli bir biçimde sarsılmasıyla birlikte kendimi yol kenarına attım. Yolun üstünde tabaka oluşturmuş yağ ve kan tabakası kaymama yol açtı ve yere kapaklandım. Olduğum yerde titriyordum daha sonra fark edeceğim üzere hüngür hüngür ağlamaktayım. Yolun kenarında sessizce bekledim. Arabadan gelen sesler kesilince bir gayretle arabaya yaklaştım ve ihtiyara kısık sesle seslendim ” şştt! orda mısın? ” birkaç defa daha denedim. Seslenmeme cevap gelmeyince arabanın önüne doğru yavaşça geçtim. Gördüğüm manzara yerdeki cesetlerden farksızdı. Yol arkadaşlığı yaptığım yaşlı adamın kafası gövdesinden ayrılmış, soluk borusu bir direk misali gövdesinden dışarı uzanıyordu. İç organları ise bir palmiye ağacının saçakları gibi gövdesinin her yanından sarkıyordu. Adamcağızın kafasını bulmak için arabanın alt kısmına baktım. Tamda tahmin ettiğim gibi, onunda kafası arabanın ön tekerinin kenarında aynı işleme tabii tutulmuş. Bunu yapan her kim veya neyse ondan sakınmak için arabanın üstü kaplı arka kısmına sığındım. Yattığım yerde titriyor, istemesem de ağlıyordum.  

 Arabanın dışından rüzgârı yararak hareket etmekte olan bir cismin çıkardığı, havayı kesen bir oku andıran ses duyuyorum. Sesin şiddetine bakarsam bunun ok olmadığı aşikâr. Arabanın arka kısmında kıvrılmış sesin sonlanmasını bekliyorum. Etrafımda dolanan şey her ne ise burayı terk etmeyeceğe benziyor. Aklımdan sadece abilerimle kaldığım oda geçiyor. İşin buraya nasıl vardığını bir türlü anlayamıyorum. Arabanın yanında savrulan ses, yerde bulunan kan gölünden çıkan vıcık vıcık konma sesi ile kesildi. Yere konan her ne ise ritmik adımlarla yürüyen, insanı andıran bir şeydi. Ses arabanın arkasında kesildi. Bir cesaret arkamı dönüp baktığımda gördüğüm karanlıkta yüzünü bana dönmüş bir kadın siluetiydi. Yavaşça doğruldum. Kadın çevik bir şekilde bulunduğum kasaya atladı. Bana doğru ilerleyip, eğildi. Uzunca bir süre gözlerime baktı. 

” Ben sandığın şey değilim. ” 

” Nesin öyleyse?” 

” Bilmediğin bir başka şeyim. ” 

” Buradan gitmek istiyorum. ” 

” Seni buradan çıkarmam için bana hanımım diye hitap etmelisin. ” sesi o güne kadar duyduğum hiç kimsenin sesine benzemiyordu. Tınısında duru bir güzellik yatıyor, bana siyah rengini çağrıştıran, soylu bir hissiyat veriyor. Sorgusuz sualsiz ikna etmişti beni. 

” Hanımım dışarda… biri var ” 

” Artık sana keder vermesin. Ben onunla ilgileneceğim. ” Arabanın önünde yanmakta olan ışık hanımımın çehresine vurdu. Keskin yüz hatları, Dolgun dudakları ve vahşi kedileri andıran gözleri vardı. Yüzünü görür görmez içimde heybetli bir korku uyandı. Saçlarının sağ tarafı örgülenip, sol tarafında bir ince çubuk sayesinde toplanmış, hiç doğal olmayan bir şekilde dalgalanıyordu. Sarı gözleri gözlerimle buluştuğunda derdimi unutup ilgisinin biraz daha bende kalmasını istiyordum. 

” Beni tanır mısın? ” 

” Şeref duydum hanımım. ” 

” Evlatlarımın birini kaybettiğimi duydum. Seni kazanıp döneceğim.”  

 Tüm heybeti ile ayağa kalktı. Kahverengi teninden dışarı taşan sarı haleler ile etrafı aydınlattı. Arabadan aşağı indi ve mırıldanmaya başladı. Çok geçmeden ormanın derinlerinden inilti ile kükreme arası garip bir ses geldi. Arabanının önüne geçip sesin geldiği yöne baktım. Ağaçların arkasından dört insan boyu uzunluğunda uzun ince bir mahluk çıkageldi. Bana doğru yanaşırken tekrardan dehşete kapıldım. Gözlerimi kapatıp olduğum yerde içten bir yardım çağırısı ile hanımıma seslendim. Beni duydu ve önüme atıldı. Mahluk onu görür görmez tekrardan inledi. Hanımımın ışığı mahluku görünür kıldı.  

 Artık çirkin canavarı hiç olmadığı kadar net görüyorum. Başı gövdesi ve ayağı yoktu, yekpare biçimdeydi. Gözleri yoktu fakat bana aşağılar bir şekilde baktığını hissediyorum. Dili, ağzı görünmüyor fakat anlattığı vahşeti duyabiliyorum. Zihnimi bulandırmak ve beni kendi safına çekmek için bin bir türlü safsataya başvurdu. Duyduğum bu mavralar dostum Richard’ın sesinden bana aktarılıyordu. Dili tatlı ve buyurgandı. İçim onunla birlik olmak, gücüme güç katma isteği ile yanıp tutuştu, fakat her seferinde içimde yaşattığım benlik irademle onu reddettim. Mahlukun varlığı maddi bir varlık değil, adeta etrafa karanlık saçan devasa bir alev gibi.  Hanımımın etrafına saçtığı cömert ışığın aydınlığının dışında kalan çevre, mahlukun bedeninden saçılan fütursuzca bolluktaki karanlığa teslim oldu. Etraftaki ağaçları göremiyorum. Ben, hanımım ve Canavar varız. 

  Canavar yer ile bütünleşip pıhtılaşmış kanın üzerinden süzülerek hanımıma yaklaştı. Hanımım olduğu yerden sıçrayıp havada süzülü kaldı. Canavar bedeninde bütünleşmiş çokça el ile sıçrayarak hanımımı yakalamaya çalıştı. Hanımım içinde güzel tınılar bulunan bir nidayla canavarı bastırdı. Canavar tekrardan yere kapaklandı. Bu sefer canavar öncekinden daha heybetli biçimde tek bir el olup, yumruğunu sıkar vaziyette hanımıma vurma cesareti gösterdi. Havada tüm güzelliği ile asılı duran Hanımım yere serildi. Mahluk tekrardan yerde sürünerek hanımıma yöneldi. Yılanın iki dişine benzer hale bürünen canavar tam sivri uçlarını hanımıma geçiriyordu ki, hanımımın az önce söylediği tınıyı taklit ettim. Mahlukat olduğu yerde titredi ve kıkırdadı. İlgisinin bana yöneldiğini anladım. Arabadan atlayıp koşmaya çalıştığımda Beceremeyip yere yüz üstü kapaklandım. Canavar bedeninden çıkmış çokça elle beni, ellerim ve ayaklarımdan tutuyordu. Bedenimi iki yanından çekerek parçalayacakken, hanımım etrafına parlak bir ışık patlattı. Canavarın elinden hızla düşüp sersemledim. Kendime geldiğimde mahluk tekrardan hanımımı yakalamıştı. Sonsuz bir açlık hissedercesine Hanımımı yutup içine hapsetti. Ardından karanlıklar içinde uzun ve sessiz bir bekleyiş hasıl oldu. İşte bu anda tüm ümidimi kaybettim. Yenilgimi kabullendim. Karanlığa karışmak için ayağa kalktım. Yenilginin ağır yükü omuzlarıma binmiş, kırgınca ayak sürümekteyim. 

 Ucu bucağı olmayan karanlığa meyil etmiştim ki, arkamdan gelen ışık huzmesine dikkat kesildim. Canavar içinden dışarı ışık saçmakta, rahatsız edici bir inilti çıkarmaktaydı. Mahluk ile hanımımın bir gayret savaşı içinde olduğunu anladım. Tükenmiş ümidim tekrardan yeşerdi. Titremekte olan canavarın içinden çıkan hanımım son bir marş söyleyerek canavarı parçalarına ayırdı. Parçalanmış olan karanlık taneleri ise hanımımın ışığından kaçarken bir bir bertaraf olup bittiler. Hanımım yanıma gelerek elini kalbimin üzerine koydu. Gözlerimin içine bakarak ruhumu okudu. Saçımı okşayarak beni kucağına aldı ve zıpladı. İşte o zaman bulutların üzerine çıktım, gökyüzünde parıldayan yıldızların hanımımın başında toplanışını seyrettim. İçimi az önce kazanılmış zaferin coşkusu kapladı. Yere indiğimizde evimin yanına varmıştım. Hanımım beni göğsüne yaslayıp bana konuştu, 

” Karanlıklarla baş etme gücünü içinden atmaya çalışanlara daima, kendi yolunu tuttuğunu söyle.”  

Ardından tek bir sıçrayış ile bulutları delip görüşümden kayboldu. 

Barış PERKTAŞ

https://www.wattpad.com/1173042930-abimi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.