

Apartmanın kapısının önünde oturuyordum. Bizimkileri bekliyordum ama beklemek dediğim, vakit geçirmekten çok gözcülük gibiydi. Gelen geçen büyüklere selam veriyordum. Bazıları durup yüzüme baktı, bazıları hiç oralı olmadı. Selam almakla şaşırmak arasındaki o kısa tereddüdü fark ediyordum. Selam verirdik, racon buydu. Mahalle sessizdi. Sabahın erken saati, hafta sonu. Henüz sokak bize kalmamıştı. Bu saatlerde her şey daha görünür olurdu; çocuklar da hatalar da.
Furkan önce geldi. Sallana sallana yürüyordu. Tişörtü belinden yukarı fırlıyordu, şortu dizlerinin üstünde bitiyordu. Yanıma çöktü, hiç konuşmadan cips paketini açtı. “İster misin?” dedi. “Yok” dedim. “Daha yeni kahvaltı yaptık.” Omuz silkti. Paket hışırdadı. Acele etmiyordu.
Necmi’yi sokağın ucunda görünce içimden “geç kaldı” dedim. Hep geç kalırdı. Bacağı kısa olduğu için değil; her şeye bir adım geriden başlardı zaten. Lakabı Topal’dı. İlk zamanlar gülerdik. Sonra gülmeyi bıraktık, lakabı kaldı.
“Bana yok mu lan?” dedi. “Bitti” dedi Furkan. “Erken gelseydin.” Haklıydı, hep geç kalırdı bir şeylere. “Hikmet?” diye sordum. “Yok” dedi Necmi. “Annesi izin vermemiş. Banyo yapacakmış.” İçimde bir şey çöktü. Hikmet yoksa iş eksik kalıyordu. En hızlı o koşardı. Biz kaçmayı değil, yakalanmamayı onun üstünden planlardık. “Üçümüz mü?” dedim. “Yaparız” dedi Furkan. “Ne olacak?” Olacaktı, hissediyordum ama hangimizin başına geleceğini bilmiyordum.
Arka sokağa girdik. Bostanın önünde durduk. Kapı açıktı, bu iyiye işaret değildi. Ahmet abi ortalarda gözükmüyordu. Gözükmemesi, orada olmadığı anlamına gelmezdi. Necmi ağaca çıktı. Düşündüğümden hızlıydı. Hep şaşırırdım buna. Kendinde eksik olanı, başka bir şeyle kapatıyordu.
“Atıyorum” dedi fısıltıyla. Furkan, onaylar biçimde elini kaldırdı. İncirler düştü. Bazıları yuvarlandı, bazıları çatladı. Saymadık. Torba doluydu, bize yeterdi. O an rahatladım, işin bittiğini sandım. En büyük hatam buydu.
Ahmet abi bostanın köşesinden çıktı. Yüzü kızarmıştı. Koşmuyordu ama acele ediyordu. Bizi görmüştü, görmemesi mümkün değildi. “Çömlek patladı!” diye bağırdım. Koşmaya başladım. Furkan da koştu. Torbayı bırakmadı. Bırakmak aklına gelmedi. Sokağın ortasına geldiğimde, bir eksiklik olduğunu fark ettim. Adımlarım düzgün, nefesim yerindeydi. Topal kaçamamıştı. Bunu sonradan öğrendiğimi söylüyorum hep kendime ama doğru değil. O an biliyordum bunu. Sadece düşünmemeyi seçmiştim. Arkama bakmamıştım. Baksaydım dururdum.
…
Önümde bir tas incir duruyor. Elimi uzatıyorum. Bir anlığına duruyorum.
O gün de böyle duraksamıştım. Önce ben kaçmıştım, bu kadar basit.
İnciri ağzıma atıp, çiğnemeye başlıyorum. Necmi’nin hâlâ bir yerlerde aksadığını biliyorum.
Hayrullah METE