DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
22°C

YETER

YETER
30 Ağustos 2022 22:58
0
A+
A-

    Yeter, ıkınıyordu , derin nefes alarak , dişlerini sıkıyordu. Alnından boynuna doğru boncuk, boncuk ter süzülüyordu. Güçlü bedeni , cereyana kapılmış gibi titriyor, sarsılıyordu.

       Yetmişli yıllardı eşimin görevi nedeniyle Van’da bulunuyorduk. Ben bir lisede öğretmendim. Zamanımız oldukça yöreyi geziyor, hem ilginç yerler görüyor, hem de memleket manzaralarından insanlar tanıyorduk. O hafta gezimiz Hakkari yöresineydi.

       Sabah gün doğarken yola çıktık. Yanımızda  o yöreyi iyi tanıyan bir arkadaşımız da vardı. Gürpınar’ı geçtik, Başkale’ye doğru ilerliyorduk. Zaman zaman düzlüğe iniyor , mezralardan geçiyorduk. Ekilmiş tarlaların yanında , birkaç toprak damlı ve toprak renkli ev mezranın tipik görünümüydü. Mevsim baharla yaz arası, sanıyorum aylardan Hazirandı. Yamaçlarda yer yer kar vardı ve karlar Güneş ışıkları altında pırıl pırıldı. Öylece halinden memnun , erimeye niyeti olmadan duruyordu.

           Kar altındaki  ıslak siyah yapraktan sarı beyaz mor kardelenler, çiğdemler güneşe bakıyordu. Hakkari il sınırına yaklaştıkça , dağların kahverengisi ve yamaçların yeşili koyulaşıp, keskinleşiyordu. Bu güzellikleri kaçırmaktan korkarcasına ağır seyrediyorduk.  Zaman zaman durduğumuzda arkadaşımız çalı diplerinden o yörede adına ışkın denen ekşi bir bitki toplayıp ikram ediyordu. Pırasa görünümündeki bu bitkinin şimdiye kadar tatmadığım hoş bir tadı vardı ve bizi acıktırmıştı. Yanımızda yiyeceğimiz vardı, ama su almamıştık. Yol aldıkça su gereksinimimiz artıyordu. Boş termosa su doldurmak için yola yakın köylerden birine uğramamız gerekiyordu.

             Bir mezra görünmüştü patika yoldan , ceviz ağaçlarının gölgesinde köye doğru yürümeye başladım. Ana yol görünmez olmuştu. Köpek havlamalarıyla ürktüm duraksadım. İri bir köpekle birkaç çocuk karşıladı beni. Birlikte toprak renkli ve toprak damlı evlere doğru yürüdük. Üç ev aynı avluya bakıyordu, evlerin yola bakan tarafında ceviz ağaçlarıyla çevrili tarlalar vardı. Başları beyaz örtüyle bağlı birkaç kadın , tarlanın yamacında oturmuş, soran bakışlarını üzerime dikmişlerdi. İçlerinden en genç olanı bana doğru yürüdü.  Hoş gelmişsin gel otur dedi. Ben onu görmüyor, duymuyordum. Gözüm sürülmüş ekilmemiş kara kara toprak keseklerinin göründüğü  tarlanın orta yerindeki ağaçta asılı duran şeye takılmıştı. Bu korkuluk falan olamazdı. Ekilmemiş tarlada korkuluğun işi neydi. Çamaşıra da benzemiyordu, çamaşır olsa , esen rüzgarda sallanırdı. Canlıydı evet bu bir canlıydı, duruşundaki dirilikten anladım. Bu canlı kendini ağaca asmış bir kadın olamazdı. Öyle olsa idi başı beyaz örtülü kadınlar bu kadar kayıtsız kalamazdı.

        Tarlaya doğru bir iki adım attım, oturan kadınlar telaşlanıp ayağa kalktılar hep birlikte bana bir şeyler söylemeye çalıştılar söylediklerinin bir kısmını anlamadım ama beni durdurmak istediklerini anladım. Benimle daha önce konuşan kadına baktım. Tarlaya girmesin bala korkar gelmez diyorlar dedi. Şaşkındım. Adının Sabire olduğunu öğrendiğim genç kadın Van’da evliymiş, kocası kaçaktan dönerken vurulunca köye dönmüş. Yüzüne umutsuzluk oturan bu genç dul, köyde Türkçe bilen tek kadındı galiba . Heyecanlandım, merak ettim,  bala kimdi? Neden korkunca gelmezdi.

       O kim neden neden öyle ağaçta sallanarak duruyor?

Onun adı Yeterdir , köyde bukke diyorlar, çocuk getirecek, onun için ağaca asılıyor. Şaşkınlığım sürerken Sabire  anlatıyordu. Aslında köyün diğer kadınları çocuklarını ayvanda leğenğn içinde doğururlar, Yeterin annesi de onu böyle ağaca asılıp doğurnuş, Şaşkınlığım devam ediyordu, hiç böyle doğum yapan kadın görmemiştim. Yakından görmeme izin vermeleri için adeta yalvardım başı beyaz örtülü kadınlara. Yaklaştım Yeterle bütünlenmiştim adeta, onu desteklemek, çabasına katılmak istiyordum. Beyaz başörtülü kadınların yüz ifadeleri biraz yumuşadı. Fazla yaklaşmadan sessizce izleyeceğime söz verip yürüdüm yetere doğru. Heyecandan ayaklarım dolaşıyor, toprak kesekleri üzerinde kaykılıyor, düşüp kalkıyordum. Yeterin yakınına geldim, karşısına geçip yere çömeldim. Yeter gülümseyerek yüzüme baktı. Yaşlı kadınlarla aramda geçen konuşmaları duymuş muydu bilemedim. Yüzümdeki şaşkın ifadeye , hatta heyecanıma gülüp geçmişti sanki. Ağzım kurumuş dilim damağıma yapışmıştı heyecandan. Susuzluğumu da, anayolda bıraktığım eşimi ve arkadaşımızı da çoktan unutmuştum.

        Yeter yabani armut ağacı olduğunu tahmin ettiğim yüce ağacın güneşe dönük bilek kalınlığındaki yan dalına iki eliyle sıkı sıkıya tutunmuştu. Ayakları yerden ancak bir karış yükseklikteydi. Ayaklarının dibinde el dokuması olduğu belli bir çul seriliydi. Çulun altındaki kesekli toprağın önceden ezilip, düzeltildiği belliydi. Allı morlu çiçek bezeli entarisi ayak bileklerine kadar uzundu. Ayaklarında el örgüsü burnu nakışlı çorapları vardı. Uzun boyu, güçlü bedeni, uzun entarisinin altından dipdiri görünüyordu. Elleri iriydi, parmaklarıyla ağacın dalını  öylesine kavramıştı ki, elleri sanki dala kilitlenmişti. Bileklerindeki damarlar dışarı fırlamıştı ve her an taşıdığı kanı fışkırtacak gibiydi. Başındaki beyaz tülbendin iki ucu aşağı sarkıyordu.

        Gözlerimi , yanık teninde acıyı, ıstırabı, sevgiyi, sevinci aynı anda taşıyan bal rengi gözlerine dikmiştim. Sancısı geldiğinde ağaca daha sıkı tutunarak ıkınıyordu. Kendimi ve de doğum yaparken gördüğüm başka kadınları düşündüm.  Başında onu yüreklendiren ne bir doktor, ne ebe ne de bir ana vardı. O kendini yüreklendiriyor. Ikın YETER , gayret et bebenin gelmesine az kaldı. Onun Dünyayı görebilmesi senin elinde diyordu.

         Bakışlarımı yüzünden ayıramıyordum, büyülenmiştim sanki. Yeter derin nefes alarak , dişlerini sıkıyordu. Alnından boynuna doğru boncuk boncuk ter süzülüyırdu. Sonra lav diye bir ses çıkıyordu hançeresşnden acısını dillendiren. Bal rengi gözleri yeni bir ışıkla parlıyordu. Yüzüme hala gülümseyerek bakabiliyordu.

          Güçlü bedeni birden sarsıldı, öne doğru savruldu,  düşüyor sandım . Ellerini yaşça gevşetti, dal elinden kurtuldu. Ayakları yere değdi, yavaşça çömeldi. Sonra çul parçasının üzerine uzandı. Önce ben koştum, sonra tarla kenarında kayıtsızca oturduklarını sandığım kadınlar. Elimi alnına koydum ıslandı, bal renkli gözleriyle baktı gözlerime minnetle. Teri elimde kuruyan kutsal bir sıvıydı sanki.

          Bebenin ağlama sesi duyuldu, kadınların en yaşlısı , Yeterin allı morlu eteğinin altından balayı çıkardı. Yaşlı kadın, elindeki takta saplı bıçakla balanın göbeğini kesti. Bakır tastaki tütünlü suya bir bez batırarak , göbek yarasının üzerine bağladı. Hemen oracıkta kadınlar uzun saplı taslarla getirdikleri ılıksuyla balayı yıkadılar. Yeterrin entarisiyle aynı renkteki bir bohçaya sardılar. Yeter sorgularcasına yaşlı kadınların yüzlerine bakıyordu. Kadınların yüzünde ne üzüntü, ne sevinç vardı. Balasının cinsiyetini merak ediyordu belli ki, Yüzünde hala ter boncukları duruyordu. Kadıların en yaşlısı üzgün bir sesle Keçe yani kız dedi. Yetrin gözlerindeki o parlaklık bir anda söndü , yüzü bulutlandı. Sevinci hüzne karıştı. Bunca çaba boşa gitmişti, bir oğlan çocuğu doğuramamıştı. Sevinci hüzne karıştı.

         Ayağa kalktı balasını kucağına aldı, bedenine yapıştırdı, ayakları dolaşmadan , sarsılmadan dimdik durdu. Kızını kader yoldaşını uzun uzun kokladı. Demek o da anası gibi bu tarlada bu ağaçtan güç alarak doğuracaktı. İçi buruk ama ümitsiz değildi, oğlanları da kız balalar doğurmuyor muydu. Kendi doğurmamışsa da kızı bir oğlan bala doğururdu. İçi buruk ama cesurca dimdik yürüdü evine doğru.

            Yiğitliğne direnmesine hayran kaldığım kadının arkasından seslendim.

            Kolay gelsin yiğit kadın YETER

ETİKETLER: , , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.