^^
Özge halden, öze düşüş diye bir durum var mıdır sizce? Ben bilmiyor/bilmek istiyorum doğrusu. Çeşminüz nemnâk olursa, kırk kırlangıcın kırık kanatlarından sessiz çığlıklarla düşersin o yere herhalde… Gün görmeyi sadece güneşi görmek olarak algılamadığımız zaman, eli ayağı bağlı sevda sürgünü olmamak mümkün mü sizce? İşte bu sevda sürgünü -kendine has- firâri dediğimiz uykularda da olsa öze düşüş için kırar zırhlı kale kapılarını ard arda…
Kahrolası laf dinlese biraz, fark yaratarak dolduracak mor taflan yelkenini Gömeç yelinden! “Abes söyleme” derim, dâğidar eder ruhumu. Her anını bükre yapar düşlerine. İlle de düşecektir belli ki öze/köze..! Nefesinin o yanık sesi, uzak ufuklar ardından tay getirir çeker de yularından. Saçlarına yıldız gibi serperken bir tutam yalnızlığı, düş sokağının düşkünleriyle vedâlaşır…
Sonrasında yağmurlar! İşte bu yağmurlar yıkar tel tel vakitsiz mevsimlerin çehresini. Sabah olur ya artık durup dururken; dalgaları haykırmaya başlar koca denizin. “Gel” der, “hadi gel öze düşelim!” Gökte bir gürültü ki sormayın gitsin! Şimdi artık bu gürültüde susar suskunluğumuz… Ümidimizin güneşi batar bu gönül denizinde.
Uzaktan bir ney sesi… Bizim şair Bestami Yazgan ses verir oradan:
“Çiçeklerle hoş geçin,
Balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için,
Dalı incitme gönül.
…
Sevmekten geri kalma.
Yapan ol yıkan olma.
Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül.”
Ve devamla derki: “Kibirle yürüyerek/ Yolu incitme gönül…” Öze düşerken geçtiğin onca yollar dahi incinmemişse… Öze düşmek için “köz olmayı göze alabilmek” gerekirmiş hayatta. Hayatı nefes almak olarak algılıyoruz bizler nedense? Aslına bakılırsa nefes almaktan öte bir şeydir hayat dediğimiz olgu. “Nefesimizi kesen zamanlardan oluşur” diyordu bir bilge hayat için. “Doğru söze ne denir” desek mi ki? Peki, özgeden öze düşüp de nefes kesen o anları yakalayabiliyor muyuz dersiniz? Yaşlanmış olmak sanki bizler için yaşamış olmakla birlikte anılıyor, hatta sayılıyor, hatta öyle kabul görüyor. Henüz kendimiz hakkında bir bilgiye sahip olamazken herhalde öze düşmekte haddinden fazla zorlanırız diyorum.
Bizi engelleyen bir hususu da görmezden gelmeyelim burada derim. “Nedir bu?” sorusunu sormayacağınızı biliyorum ama yine de ben söyleyeyim isterseniz; o hususun adı “modernizm dayatması…” İşte bu engeli aşabildiğimiz an yaşamımız bir anlam kazanır diyorum. Birey olarak belki de bir değişim geçirmiş olacağız o an kesinkes…
Kendimize inanalım mı?
“Nereye kadar” mı diyorsunuz?
Öze düşme uğrunda “köz oluncaya” kadar! O “aydınlatan” değildir artık bizler için. O “ısıtan” da değildir bizleri… Efendiiim; o “yakan” da hiç değildir! Ya nedir? Köz edendir köz… Ruh ve vicdan bu işin merkezidir herhalde. Özge halden öze düşüş öyle kolayına da olmuyor takdir edersiniz ki… ‘Kolay olsa Nirvana herkes veli olurdu/Ahiret âlemine mizan mı kurulurdu’ diyorum iki dize ile kendi kendime. Dr. Ali Şeriati de derki bu konuda: “Yüz yirmi dört bin Peygamber gelip bu mağrur ve kötü düşünceli beşeri güzellik sahibi Allah’a kulluğa davet etmişlerdir. Buradan da anlıyoruz ki; bu canlı bir özdür, hareket sahibi bir özdür…” Bu, köz edesi özdür!..