Çocuktum. Ailemle beraber Gördes kırsalındaki bir Yörük damında yaşıyorduk. Yılın tam da bu günlerinde, yakınlardaki bir kasabadan yaşlıca bir amca eşeği ile helva satmaya gelirdi. Evimize yaklaştığında “Helvacı geldi! Köpük Helvacı geldi!” diye bağırırdı. Biz hemen koşar, köpeklere “Hoşt” der helvacı amcayı eve buyur ederdik. Parası olana parayla, parası olmayana bir çanak arpa ya da buğday karşılığında helva verirdi. Babamız evde yoksa bile annemiz hemen ambardan bir çanak buğday doldurur, bir de boş kap vererek bizim için helva satın alırdı.
Helvacı amca yavaş ve dikkatli hareketlerle gaz tenekesinin kapağını açar, uzun saplı kocaman bir kepçeyle tenekenin içerisinden aldığı koyu kıvamlı süt beyaz köpük helvayı çanağımıza doldurmaya başlardı. Daha o anda ağzım sulanmaya başlar, helvacı amcanın mahsusçuktan yavaş hareket ettiğini düşünürdüm. Sıcaktan yorulan ve susayan helvacı amca bir elini alnına koyup soğuk suyunu içerken, biz çocuklar çoktan yarım bazlamayla helva çanağının başına üşüşmüş olurduk.
İki yıl önce yine bu günlerde çarşıya inmiştim. Bir helvacının vitrininde görmüş, bir kilo köpük helva satın almıştım. Niyetim, köpük helvanın damak tadı eşliğinde eski günleri yâd etmekti. O günlerde köyde büyük ablamlarda kalıyordum. Meğer büyük ablamda çok severmiş. Yaşlarımıza ve kilolarımıza bakmadan, çarşı ekmeğini kürek gibi kullanıp kocaman kocaman lokmalarla helvayı bir oturuşta götürmüştük.
Bugün köy meydanına eski model kırmızı bir minibüs yanaştı. Arka bagaj kapağını açan satıcı sanki elli beş yıl öncesinde sesleniyordu. “Helvacı geldi! Köpük Helvacı geldi!” Köpük helvalarını küçük küçük kovalara koymuştu. Büyük kova elli, küçük kova otuz liraydı. Üstelik arpa buğday da geçmiyordu. Paraya kıyıp bir kova satın aldım. Tabi doğruca büyük ablamların evine gittim. “Büyük ablam uçtu!” demek isterdim. Ama o kiloyla biraz zor uçar. Fakat çok sevindi. Bir dahaki Köpük Helva mevsimine kim öle kim kala?
Ağzınızın tadı hiç bozulmasın. Sevgilerimle…
Necati KÜÇÜK
( Az Efe )