“HANGİ DAĞIN BİR KENARI YOL DEĞİL”
Ağlamaklı lacivertlerin en koyusuna yükselen bir yer kabuğunun adına dağ dense de birçoklarına göre yol kesen harâmidir. Onu aşmak, varılacak yere ulaşmak büyük çaba ve sabır gerektirir. Engeli gören ve onu aşamayan, alır eline silahını ve başlar avaz avaz bağırmaya: “Dağlar seni delik deşik delerim…” Dağlar; ovada zulme karşı savaşanların sığınağıdır bir yerde. Onu zâlimin kucağından çeker alır kendi kucağına; elden korur, yelden korur. Ve şöyle seslenir müşfik bir edâ ile mazluma: “Başına bir hal gelirse canım/Dağlara gel dağlara/Seni saklar vermez ele canım/Dağlara gel dağlara…” Dağların şöylesi böylesi olur da büyülüsü olmaz mı? Elbette ki olur. Olur, da gider Thomas Mann’a ve onun kaleminden bir çağ romanı oluverir. Castorp’un yalın ruhuna bir değişim geçirtir yedi yılda eminim.
Acaba diyorum bir deliban şair olarak; kıvrılan yollarından geçip çıksam bu dağların zirvelerine, göğüslerine sığar mıyım ki? Korkup fırtınalardan dört büklüm olduğumda gelin anam olur mu ki bu dağlar? Yoksa “dağlar dağlar mı beni, gören ağlar mı beni?” Şimdi bu durakta biraz durup onlara şairce sorular yönetmeliyim:
Ağrılı yanına kim ola merhem?
Hem merhemin ola, hem dermanın hem.
Ben kadar garipsen, söyle de gelem,
Gariban yanımız yansın mı dağlar?
Kemirdim kalemi bu gece yine,
Çevremden çevrilip çekildim ine.
Bendeki arzular delicesine;
Özden uzak yerde donsun mu dağlar?
Ben dağlarımdan karla karışık bir cevap beklerken ne oldu biliyor musunuz? Bülent Ersoy denen o ses kulağıma eğilip dedi ki usulca o meşhur şarkısıyla:
“Bu günlerde dün olacak mutlaka
Her gecenin bir sabahı var gülüm
Hangi acı sürüp gitmiş sonsuza
Bu derdin de bir dermanı var gülüm.
Hangi dağın bir kenarı yol değil?
Hangi deniz bir sahilde son değil
Başın eğme bu halimiz ar değil;
Daha mutlu yıllarımız var gülüm
Kararıp da kalmaz kışlar bahtında.
Dört mevsimden biri bahar mutlaka
Kendini bu kadar sahipsiz sanma;
Bu dünyayı bir yaratan var gülüm”