AYDEMİR DOĞAN
‘Aydede’
11 Mart 1935- 1 Ocak 2012
^^
O; lirik bir şair, nüktedan bir yazar, üstelik gazeteci, üstelik bir spor adamıdır. Hayatını şiir gibi yaşayıp, şiirini ve hayatını dudaklarda kalan bir şarkıya dönüştürebilen Aydede için neler, nasıl söylenir bilemiyorum. Ben bu yazımda onun daha çok şairliğini ve yazarlığını ele almak istiyorum. Bunu yaparken biyografisinin yanında ruhi yapısını, bu yapının eserlerine nasıl yansımış olabileceğini de vurgulamakta yarar görüyorum. Bu nedenle bu yazım, biyografik bir deneme niteliği taşıyacaktır. Vefatının 11. yıldönümü nedeniyle (yarınki gün) merhumu rahmetle anmak isterim…
7 Adet şiir, 2 adet araştırma olmak üzere toplamda 9 eser sahibi Aydemir Doğan; 11 Mart 1935’te Kayseri’nin Bünyan ilçesinde doğdu. Babasının vefatından sonra ailesiyle birlikte Kayseri’ye göçen Aydemir Doğan İlk ve ortaöğrenimini Kayseri’de tamamladı. Lise tahsili sonrasında Karayolları 6. Bölge Müdürlüğünde çalışma hayatına atılmıştır. 1974-1990 yılları arasında Beden terbiyesi Bölge Müdürlüğü yaptı. Aydemir Doğan Ayrıca Kayserispor Kulübünün kurucularındandır. Şiirlerinde insana, hayata ve bütün varlığa sevgi atmosferinde geniş bir hoşgörüyle baktı. Biraz da hüzün dolu bir duyarlılıkla tabi ki!.. Yaşayan Türkçeyi akıcı bir üslupla kullandı. Otuz kadar şiiri Türk Sanat Musikisi formunda bestelenmiş olup bunlardan 17 tanesi TRT repertuvarında bulunmaktadır. Aşkta vefayı ön planda tutan Aydemir Doğan, ömrü boyunca hiç evlenmemiştir. Fakat her zaman sevmiş ve de sevilmiştir.
O; “İlahi gönlüm! Latife kabul et/Hezeyanıdır perişan zihnimin” dizeleriyle başlar /Eski Hikâye/sini anlatmaya gönül dostlarına… Şimdi neden avuçları boştur ellerinin? Neden ılık düşünceler içindedir ki beyni /Bir Demet Akşam/larda?.. Ah bir bilebilse! Bilemez… Ve anacığına şöyle seslenir: “Bir aşkın ıstırabı alır giderse beni/ vasiyetimdir ana; dik dursun mezar taşım!”
Haline bakıp gülenlere; “bu halden müşteki değilim, yorgunluğun üstüne şiiri yorgan gibi attık” diyerek cevap verir /söyleyip Geçtim Seni/ de… Artık; o incecik, o mosmor Talas gurûbu avuçlarındadır onun. Gayri; çevresindeki hüthüt kuşlarına el sallayıp, günaydınlar diyerek yöneliverir /Şiremenli Caddesi/ne doğru yavaşça! “Kaderin elinden yorgunum Leyla” derken bu amansız sızının, içini bir kor gibi yakmasını nasıl istemesin ki?.. Artık şarkıların yarım kalmasına da asla el vermez yüreği onun. Der ki: /Ve Şarkı Devam Et/
Ömründe; artık tüm gözler dalgın, dudaklar suskun… Korkup kaçtı deseler de, o; yürümektedir artık hatıralarının canlandığı /Setenönü/ne doğru… “Durdurun Saatleri, saatleri durdurun/ Neş’e kelebekleri yeni kondu dalıma/Yalnızım bahçelerde geçen yıllara sorun/Aradığım yıldızlar yeni düştü falıma/Durdurun saatleri, saatleri durdurun” şeklinde devam eden hicaz şarkısıyla, sığındığı dualara tutunur Aydede. Bu durumu garip gönlü de bildi tabi ki…
Şimdi ne /Erciyes Defteri/var bir elinde avuçlarını ısıtan ve ne de artık; /Kayseri Spor Hayatından Anılar Albümü/ O; kendi gönül bezmiyle baş başa kalmanın sükûnu ve bu halin verdiği bir iç huzuru içerisindedir, şairin bahsettiği serin selviler altında. Ayakuçlarında bir Fatiha okuyan dostları bulunmasa da, başucunda bir seng-i mezar bulunmaktadır… Nakâm olan gönlüne eminim ki yıldızlar yorgan olacaktır gecelerinde… Bizler de sevda denen her esrik rüzgârda onu arayacağız/anacağız. Talaslı Hacetçinin Cemil, yanımıza yaklaşır da mavi bir boncuk koyar mı ki cebimize; elâ gözler niyetine….
Bu Kadar eserden mutlaka telif hakkı almıştır/alıyordur diye düşünebilirsiniz. Bu konuyu kendisine sorduğumda aynen şu cevabı verdi şairimiz: “Mustafa Nafiz Irmak’ı Darülacezede görmüştüm. Dillerden düşmeyen pek çok şarkının güftesini yazmış kişi. O şarkıları söyleyenler milyarlar kazanırken, Mustafa Nafiz yardıma muhtaç durumdaydı. Bu olaya çok üzüldüm. Mesam üyesiyim. Bana ödenecek telif haklarımı o durumdaki kimselere vermeleri için Mesam’a yetki verdim…” İşte şair gönlü bu!
Şair Fuzûli der ki: “Ey Fuzûli kime suz-i dilümi şerh edeyim/ Yoh menüm kimi yanan ateş-i hicran içre.” Aydemir Doğan da, yanan gönlünü hiç kimseye açmadı, açamadı. Onun gibi ayrılık ateşi ile yanan birisi bulunsaydı yanında, belki de şerh ederdi… Sükûtu sevda bilip sustu hep… Onun susuşu bile, yar saçına kırmızı güller taktırmaya yetti. Onun susuşu yar kâkülünün irkilmesine sebep oldu… Ve onun susuşu gökyüzünün durulmasına, bülbülün susmasına, üstelik kâğıt üzerindeki kalemlerin kırılmasına yetti de arttı… “Bak Navruz dost” diyordu; “şu fani ömrümün son yıllarını yaşıyorum. Kaybolan yılları seyirden bıktım usandım artık. Yar gitti yâran gitti/Bu ne iştir Yarabbi/Malum düzenin böyle/Kandilin yağı bitti…” Bir dokun bin ah işit kâse-i fağfurdan” diye herhalde bu hale denirdi.
Öyle ya da böyle yaşanmış hayatının üşüyen yanlarını anlatmaya çalıştığım. merhum Aydemir Doğan’a bu gün buradan seslensem ve desem ki: GECE KAÇ ADIM ÖTE USTA?