Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
19°C
İstanbul
19°C
Yağmurlu
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
9°C
Salı Parçalı Bulutlu
11°C

AY IŞIĞINDAKİ KURŞUN

AY IŞIĞINDAKİ KURŞUN
12 Temmuz 2023 12:38
352
A+
A-

Gece yarısına çok az bir vakit kalmıştı. Gökyüzünde cılız ay ışığına milyonlarca yıldız eşlik ediyordu. Şehri ikiye bölen Ruh Göl ‘ ünün üstünden geçen faytonlarda oturan çiftler manzarayı hayranlıkla izliyordu lâkin kimse nasıl oluştuğunu hatırlamıyordu.

Krallığın laneti yüzünden geçmişin bıraktığı herhangi bir izin yaşayanların beyninde yeri yoktu aynı zamanda bu lanet zamanın düzenini değiştirmişti. Geceler onlar için gündüzdü aslında, her işlerini geceleri hallettikten sonra gündüz uyurlardı.

Bugün ise krallık yeniden doğacaktı, bir devir kapanıp bir devir açılacaktı ve bunun yanında yeni taç giyecek prens dışında herkes yeni doğmuş gibi hissedecekti. Lanetin varlığındaki amacı şato kapılarının ardında saklanırdı. Bunları ortaya çıkarmaya çalışanlar ise “deli” diye nitelendirilerek akıl hastanesine kapatılıyordu.

Şüpheye izin vermeyen acımasızlığıyla tanınan bir krallıktı. Halk umutlarını yeni krallarına bağlamıştı. Mahkumluğun zincirleri arkasında kahkahalar atan zalimliğin yok oluşuna şahitlik edeceklerdi belki de. Boynu bükülmüş hayallerine kavuşabilecek bir nesil gelecekte onları beklerken gelen ölüm kokusu mesafeleri aşılmaz hale getiriyordu. Ülkedeki beyinler dört duvar arasında delirmeyi bekliyordu. ” Terk Edilmişlerin Evi ” diye de anılırdı bir zamanlar affedilmeleri için yalvaran yüzlerce insan varken.

Önceden orada yatanlarla ilgilenen ondan fazla psikolog vardı ama seneler geçtikçe baş psikolog dışındaki bütün çalışanlar birer hasta haline gelmişti. Karanlık koridorlarında kanlı el izleri, çıkmak için yükselen haykırışlara taş yürekli insan ancak dayanabilirdi ve Sarya ‘ da öyle birisiydi.

Her gün elinde beyaz mochasıyla çığlıkların arasından geçerek ofisinde dinlenmeye çekilirdi ardından birkaç hastasıyla ilgilenir ve evine giderdi.

Bugün de rutinini bozmayacaktı. Sabah esneyerek yatağından doğruldu. Uzun ve kahverengi saçları felaket bir şekilde dolaşmıştı bu yüzden gri çekmecesinden parlak gümüş rengindeki tarağıyla özenle taramaya başladı. İşi bittikten sonra dağınık topuz yaparak kıskaçlı tokayla tutturdu saçlarını. Ayağa kalkıp mutfağa gitti, tezgahta duran kettle ‘ le su doldurup ısıttı ardından küçük kutuda duran bir sürü beyaz mocha paketinden birini alarak yanına koydu. Buzdolabına yöneldi ve açıp içeriden bir paket makarna aldı. Tencereye su doldurarak aygaza koydu. O kaynarken yukarıdaki dolaptan doğrama tahtasına uzandı. Balkona giderek sebze sepetinden 2 domates, 1 ufak soğan, 1 salatalık ve 3 bebek havucu alarak geri girdi. Hızla onları doğradı ardından suya makarnayı saldı. 10 dakika geçmeden kahvaltısı hazır oldu, doğradıklarını üstüne serpiştirdi ve en sonunda yoğurt döktü. Masada yerken aniden dışarıdan silah sesleri yükseldi.

Sarya o anda elindeki çatalı yere düşürdü, aniden gözyaşları süzüldü gamzeli yanaklarından. Zarif bacakları zangır zangır titriyordu. Gözlerini dehşetle pencereye çevirdi, yavaşça yutkundu bakışlarını ayırmadan. Ayağa kalktıktan sonra yürümek istedi fakat yapamadı. Dengesiz duruşundan dolayı dizlerinin üstüne düştü. Başını ellerinin arasına alarak öne eğildi. Nefesleri kesilirken ağlamaya devam ediyordu. Kalbinin ağrıları durmak bilmiyordu, eliyle sol göğsünü bastırırken haykırışlarını sürdürüyordu.

“Yapmayın,” diye inledi.

Tırnaklarını saçlarının arasına geçirdi. İlaçlarının banyoda olduğunu kendisine hatırlattı. Kalbinin yavaşlaması için sürekli göğsüne vurup duruyordu lâkin faydasızdı. Söz geçmez olmuştu.

Masanın köşesinden tutunarak tekrar ayağa kalkmayı denedi, başardı bu sefer. Duvarlara dayanarak banyoya geldi, sertçe ellerini lavaboya vurdu. Bakışlarını aynaya doğru yöneltti. Acınacak haliyle karşılaştığında sağ yumruğunu aynaya patlattı. Kanlar içinde olan pijamalarını çıkartarak çöp kovasına tıktı.

“Ben niye bu kadar korkağım?” Diye bağırdı. İsyanında içindeki endişeyi de belli ediyordu.

“Ben krize girmekten yoruldum artık,” dedi fısıldayarak. Tırnaklarını saç derisinde bastırdığında kanadığını hissetti, yavaşça omuzlarını aşağı indirdi.

Krize girmemek için kullandığı ilaçları kırık aynada kendine göstererek “Bunları kullanmaktan yoruldum. Nefes alabilmek için günde 3 kere alıyorum. Yeter artık,” diyerek içindeki bütün nefretini kustu. Kutuyu fırlattı aynaya doğru.

Ellerini şakaklarına koyarak dolanmaya başladı sonra gözü kol saatine kaydığında işe geç kaldığını fark etti. Ellerini temizleyip hazırlanmak için odasına çıktı. Gri tahtalardan yapılmış ve demirlerle güçlendirilmiş gadrobun kapaklarını açtı. En üstteki askılarda duran ceketlerden lacivertini aldı, içine beyaz gömlek giymeye karar verdi. Altına da ceketiyle takım olan kumaş pantolonunu giydi. Odanın kapısında takılı duran çantasını alıp evden çıkacakken son anda tezgahta unuttuğu sıcak suyu ve beyaz mochası aklına geldi. Direk mutfağa koştu, sağındaki çekmeceden kahve bardaklarından birini alarak beyaz mochasını hazırladı ardından evden çıktı.

Karşıdan karşıya geçerken bir adım önünden hızla giden faytona küfür edesi gelse de vazgeçip yürümeye devam etti. Kahvesini yudumlarken ansızın sert omuz çarparak bardağındaki bütün kahveyi üzerine döktü.

Arkasına dönerek “Hey dikkat etsene,” dediğinde erkek duraksadı ve yüzünü ona çevirdi.

Zümrüt yeşili gözleriyle karşılaşınca bakışları melülleşti. Kaslı vücudu ister istemez içinde hayranlık uyandırdı. Siyah aletinin yıpranmışlığı dikkatini çekti.

“Asıl sen dikkat et,” diye çıkıştı sert tonda. Bu cümleyi işittiğinde kendini silkeledi.

Parmağıyla onu göstererek “Sen çarptın bana,” dedi.

Ona yaklaştı ardından işaret eden elini tutarak hızlıca aşağı indirdi. Sarya kurtulmaya çalışsa da başaramadı ve en sonunda topuklu ayakkabısıyla onun ayağına sertçe bastı, bulduğu fırsatla acımasız bakışların güçlü kollarından kurtardı kendini. Dayanamayıp aptallığından dolayı onun karnına bir yumruk attı. Adam hafifçe geriye kasıldı. Tam gidecekken tekrar yakaladı kolundan ve kendine çekti. O kadar yakındı ki nefesindeki keskin nane kokusunu hissedebiliyordu. Fal taşı gibi açılmıştı gözleri, esmer tenine sinmiş fresh kokulu dedorantını kokladığında kalp atışlarının aniden hızlandığını hissetti. Yeşilin en güzel tonunda olan gözlere bir süre daha maruz kaldı. Adam eğildi kolunu bırakmadan.

Kulağına yavaşça yaklaştıktan sonra “O eline sahip çık yoksa olacaklara katlanırsın,” diye fısıldayarak tehdit etti.

“Öyle mi?” Diye sordu alaycı bir tavırla. Sol eliyle yanağına yumruk attı. Adam dişlerini sıkarak geriye çekildi.

“Bence sana bana bulaşma yoksa olacaklara sen katlanırsın,” deyince adam gülümsedi.

“Senin gibi küçük bir hanımefendi ne yapabilir ki?” Diye sordu küçümserlikle.

Ellerini ince beline koydu, tek kaşını havaya kaldırarak “Peki ” dercesine bakış atıp hastaneye doğru ilerlemeye devam etti ve 10 dakika geçmeden vardı.

Büyük asma kilitle kitlenmiş kapıyı paslanmış demir bir anahtarla açarak içeri girdi.

Kilidin yere düşmesiyle uyanan hastalar parmaklara dayanarak “Çıkar bizi,” diye yalvarmaya başladılar. Sarya tam geçerken aradan kanlı bir el uzandı.

“Biz deli değiliz sadece geçmişini bilmek isteyen bir avuç insanız,” dedi kısılmış sesiyle. Sarya umursamadan koridorun sonundaki ofisine girdi. Bugünün tarihine ait olan dosyayı eline alarak bakacağı hastaları incelemeye başladı. İlk sırada “Dağhan Korkmaz ” isminde birisi vardı. Elindekiyle beraber ofisinden çıkıp Dağhan ‘ ın bulunduğu odaya girdi ardından kapıyı kilitledi.

Ceset kadar hareketsiz bedeniyle duvarı izliyordu sadece. Boş bakışlarının içinde gezinen pişmanlık gözyaşlarının akmasına neden oldu. Elinin tersiyle sildi.

“Ölüler ağlamaz,” dedi düz bir sesle. Bakışlarını aniden Sarya ‘ ya çevirdi.

“Sen beni duyamazsın,” dedi aynı tonunu sürdürerek.

“Ama duydum,” dedi Sarya.

“O zaman sende yaşadığını zanneden bir ölüsün. İkimizin ortak noktası bu ama farkımız var. Ben ölü olduğumu kabullendim,” deyince anlamsızca baktı ona.

“Anlamadım seni,” dedi şaşkınlıkla.

“Yaşayan bir ölüyü duyamaz, bir ölüde yaşayanı duyamaz. Yaşayan yaşayanı, ölen de ölüyü duyar. Ölülerin arasına hoş geldin,” dedi ardından gülümsedi.

Elini sıkmak için uzattıkça sonra “Hoş bulduk,” dedi Sarya ve Dağhan ‘ da onun elini sıktı.

Elini çenesine dayayarak “Ölüler ne yapar?” Diye sordu onu yakından tanımak için.

Dirseklerini aralarında duran masaya koyup parmak uçlarını birleştirdi.

“Hiçbir şey,” diye cevapladı keskin tonda.

“Nasıl yani?” Cevabında sebepsizce gerilmişti.

“Ölülerin bütün hayat fonksiyonları durur ve çürümeyi bekler,” dedi.

“Nerede çürürler?” Bu soruyu sormak aptalca olduğunu bilse de cevap alacağından emindi.

“Öldükleri yerde,” derken sesinin titrediğini hissettirdi.

“Nerede öldün? ” Sorusunu yöneltti.

“Son aşkımın cesediyle karşılaştığım morgda,” diyebildi düğümlenmiş boğazıyla.

“Son aşkın kimdi?” Diye sorunca gözlerini öfke bürüdü.

Hızla ayağa kalkarak Sarya’ nın yakasına yapıştı.

“Sakın bir daha ondan bahsetme. Sordun ve cevaplarını aldın. Şimdi defol git odamdan,” diyerek kovdu.

Sarya oradan çıkınca taç giyme törenine bir saat kaldığını fark etti ve İsyancılar ile hastalar dışındaki bütün halk gelmek zorundaydı bu yüzden hemen eve gidip hazırlanmalıydı.

Ofisinden eşyalarını alarak oradan çıktı. Aradan geçen yarım saat sonrasında eve yenice girebildi.

Hızla odasına geldiğinde direk kapı kenarında duran sandığı açtı. İçindeki mavi,simli ve kabarık balo elbisesini çıkarttı. Üstüne tuttuğunda içinde küçük bir kızın saldığı kelebekleri hissetti yüreğinde. Kıyafetlerini çıkartıp elbiseyi giydi. Aynaya baktı uzun süre. Mavi öyle bir tonuydu ki teninin rengini tamamen ortaya çıkarıyordu. Yana dönerek sırtına baktığında sırt dekoltesinin sadeliği hoşuna gitmişti. Sandıktan birde simli gri renginde topuklu ayakkabıları çıkartıp giydi. Topuz olan saçlarından tokayı çıkartıp saldı.

Hızlı adımlarla evden çıktı, yolda baloya giden bir faytona denk gelince bindi ona. 15 veya 20 dakika içinde saraya vardılar.

Kapıdan içeri girdiğinde törenin başlamasına iki dakika kalmıştı. O arada garsonlar tarafından sunulan içkilerden bir kadeh aldı, etrafa göz atarken bugün çarpıştığı adamı gördü. Sarya ‘ yı fark ettiğinde sinsi gülüşü kayboldu, çatık kaşları bütün kinini ortaya çıkmasına yeterliydi. Onu ilk gördüğü andan beri hazzetmiyordu, karanlıkta saklanıyormuş gibi durması da hislerini doğrular nitelikteydi. Aslında İsyancılardan olma ihtimali aklına geliyordu lâkin aşırı güvenlikli şatoya yabancı girmesi neredeyse imkansızdı.

Devasa avizelerdeki açık mavi tonlarını andıran yakutlar sarı loş ışığı etrafa yansıtıyordu. Uzun yemek masalarının üzerindeki sönük şamdanlar ortama epik havasını katmıştı.

Kral tahtından kalkarak başındaki tacı eline aldı.

” 70 yıl yönettim bu krallığı ve şimdi oğlumun bu gururu yaşamasını istiyorum. Sevgili halkım karşınızda yeni kralınız Karman Şahin, ” diye çağırdı ardından alkış sesleri yükseldi.

Ortadan geçen kırmızı halının başında siyah takım elbise giymiş prens belirdi. Arkasında duran pelerini saf ipekten yapıldığı belliydi. Saçlarında önceki serseriliğinden eser yoktu demek ki ciddi anlamda önemsiyordu. Takım elbisesinde yer alan vatkalardan sarkan gümüş zincirler kıyafetine ayrı bir hava vermişti.

Prens yürürken ansızın Sarya’ yla göz göze geldiler, insanı içine gömen toprak rengindeki gözlerine uzun süre bakabilen tek kız olabilirdi. Merdivenleri çıkarken düşmemek için bakışlarını ayırdı ondan. Babasına gülümsedi ve yanında durdu. Uçlarında siyah yakıtlar bulunduran gümüşten yapılmış kraliyet tacını başına takıldı. O arada Kraliçe bir adım öne çıktı.

“Her kral tahtta çıkmadan önce ‘İlk Dans’ geleneğini yerine getirmelidir,” dediğinde prens başıyla onayladı.

Yavaş adımlarla merdivenlerden indi ve gözleri birilerini arıyor gibiydi. Kırmızı halıda ilerledikten sonra bir anda Sarya ‘nın olduğu yere yöneldi. Sarya içkisini içerken Karman önüne durdu. Eğilerek elini uzattı.

“İlk Dansı bana lütfeder misiniz prenses? ” Diye sordu.

Sarya şaşkınlıkla ağzındaki içkiyi Karman ‘ ın üzerine püskürttü. Sırılsıklam olan takım elbisesi karın kaslarını daha da belirginleştirmişti.

Utancından yerin dibine giren Sarya, Karman ‘ ın uzattığı elini tuttu. Karman hızla pistin ortasına götürdü ardından kendine çekti onu.

Sadece onun duyabileceği şekilde, “Dokunmama izin verir misin?” Dedi naiflikle.

Bu soruyu işittiği anda inanamamıştı çünkü zalim kraliyetin bu kadar ince ruhlu prensi olacağı aklının ucundan bile geçmemişti.

Sarya ‘ da aynı tonda “İzin veririm,” diye cevap verdi.

Karman ‘ ın yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Sol elini prensesinin bel kıvrımına yerleştirdi ve Sarya ‘ da aynısını yaptı. İkisinin de diğer elleri havada birleşti ardından dans etmeye başladılar.

“Bir prensle dans etmek nasıl bir his?” Diye sordu ve o anda Sarya zarifçe gülümsedi.

“Bilmiyorum. Şuan sadece yüreğimde uçan bir sürü kelebekler var,” dedi gözlerini ondan ayırmadan.

Sarya ‘yı yere doğru yatırdığında “O kelebekleri kafesinin anahtarı benim,” dedi kararlılıkla. Bu sözleri duyduğuna inanmak zordu lâkin gerçekti. Dönerlerken gece mavisi tonlarındaki etek uçları havalandıkça uçuryormuş gibi hissetiriyordu.

Masal gibi geçen gecenin en acı kısmı da Sarya ‘ nın bunu unutacak olmasıydı. Tuttuğu elleri ne o ne de Karman bırakmak istemiyordu. Belki de balo bitinceye kadar dans edeceklerdi ama yine de bırakmayacaklardı.

Diğer çiftlerde onlara eşlik etmeye başladıktan birkaç saat sonra silah sesleri yükseldi ve herkes korkuyla saraydan çıktı.

Karman Sarya ‘ yı arkasına alarak belindeki silahı çıkarttı. Bir masayı devirip siper etti. Bir sürü adamla çatışırken annesi ve babası muhafızlar tarafından oradan çıkarılır. Savaş devam ederken Karman Sarya ‘ nın korktuğunu görünce çatışmayı geri dönen adamlarına devretti.

Elleriyle onun gözyaşlarını sildi, başını göğsüne bastırarak saçlarını okşamaya başladı. Bunu fırsat bilen keskin nişancı Karman ‘ ı vuracakken dostu olan Yalım nişancıyı vurdu bu yüzden İsyancılar geri çekilmek zorunda kaldı.

Karman sırtını duvara yaslayıp Sarya ‘ yı bacaklarına yatırdı ve kumral saçlarını okşamaya devam etti.

“Karman,” dedi ağlamaklı bir sesle.

“Efendim prensesim,” dedi.

“O silahların beni vurmasına izin vermeyeceğine söz ver,” dedi titrek dudaklarıyla.

Derin bir aldıktan sonra “Söz veriyorum, ” dedi yumuşak sesiyle.

“Beni bırakmayacağına söz ver,” dedi ağlarken.

“Söz veriyorum asla seni bırakmayacağım. Ben her senin yanındayım,” dedi.

Sarya Karman ‘ ın dizlerinde uyuyakaldıktan kısa süre sonra Karman ‘ da uyuyakalır.

Bugün yıllarca unutulmayacak bir aşkın tohumları ekilmişti. Güneş doğarken iki kırık ruhu kader birleştirmişti bir sarayda. Zalim kraliyetin belki de en masum sırrıydı. Kalplerindeki saflığı keşfetmişlerdi o danslarında. Tek görüşte aşk zordu ama imkansız değildi. Doğruları bulduğunda düğümlerin çözülmesi basitleşirdi…

Esra YILMAZ

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.