21. yüzyılda sanat piyasası yapay zekayla şekillenirken neredeyse her şey “sanat” haline gelmiştir. Günümüzde sanatçılar çoğalmış, asıl sanatçı olanlar geri plana atılmış ve özellikle Türkiye’de sanat piyasası yapmacık eleştirmenler tarafından yapay sanatçılarla doldurulmuştur. Özellikle İstanbul’da sanatın referans sistemiyle döndüğünün hepimiz farkındayız. Büyük emek sonucu bir yerlere gelebilen sanatçı sayısı çok az. Sanat yarışmaları düzenlenirken bile referans illetiyle karşı karşıya kalınıyor. Böylesine sığ düşünceli eleştirmenlerin, galericilerin ve sanatçıların bulunduğu sanat ortamı, asıl yetenekleri ve değerleri arka plana atarak; kendilerini ön plana attıklarını sanırlar. Gençleri ön plana atmak; kendilerini arka plana atacak sanırlar. Çağdaş sahtekarlık çağ dışı kin güder. Yapmacık sanat ortamı yerini “Körler sağırlar birbirini ağırlar” deyimine bırakmıştır. Durum böyle olunca da bağımsız üretimler giderek çoğalmış ve kabuğuna çekilen değerlerin sayısı da gün geçtikçe çoğalmıştır. “Bağımsız Sanatçılar” ortaya çıkmıştır. Kimsenin gölgesinde kalmayan, beklentisini tamamen yok eden, hiçbir kurala bağımlı olmayan ve kirli sanat piyasasına üretimlerini pazarlamayan sanatçılardır bunlar. Bununla birlikte sosyal medyada kategorilerden kendisine “sanatçı” diyen kişi sayısı da giderek çoğalmaktadır. Sanatçı olmak sanatçıyım demek değildir. Özeldir, sonradan herhangi bir kişi ya da kurum tarafından verilen bir kağıt parçası da değildir üstelik. Sanatçı olmanın yaşla da ilgisi yoktur. Tamamen yaşantıyla, üretimlerle ve en önemlisi de yüreğin yanıklığıyla alakalıdır. Toplumunu kendine dert edinen, doğayı ve tüm canlıları koruyan insandır sanatçı. Sevgili Ulus Baker anlatıyor: “Felsefe yükselerek yapılmaz, yani tepeden bakılarak yapılmaz. Aksine yerin dibine geçmek de aynı değerdedir. Yani, alt sınıfa inmek, kendini azaltmak, kendine özgü bir soyluluğa sahiptir.” Disiplinler arası üretim yapan sanatçılar, gelenekçiler tarafından yıllarca dışlanmış ve sanatın yalnızca tuval ve fırçadan ibaret olduğu sığ düşüncesi günümüzde de devam etmektedir. Özgün işler neredeyse yok denecek kadar az. Eser sayısı da oldukça fazla! Halbuki eser biriciktir ve her iş eser sayılmaz. Piyasa işleri de oldukça çoğalmıştır. Sanatçının mesleğinin dışındaki işlerle meşgul olması durumu zaten içler acısı bir durum. Türkiye’de asıl sanatçı olanların kıymeti hiçbir zaman bilinmiyor ve bu böyle de sürüp gidecektir. Yoldan geçerken yaşlı amcayla bir diyalog kurduğunuzu varsayın, ve kendilerine sanatla ilgilendiğinizi söyleyin. Şüphesiz ki ilk alacağınız yanıt şu olur: “Sanat karın doyurmaz.” Avrupa ülkelerinde bu durum tam tersidir; baş üstünde tutulur sanatçı. Özel bir yeri vardır, çünkü toplum ona çok şey borçludur. Güzellikleri paylaşan insandır sanatçı, müzisyeninden sinemacısına; heykeltıraşından ressamına ve edebiyatçısına kadar çok zor şartlar altında yetişmiş insanlardır sanatçılar. Sanatı sorgulamak tam da bu yüzden oldukça gerekli bir durumdur. Yıllardır uyutulan sanat piyasası, hak etmeyen insanlarla dolup taşmıştır. Karanlığı aydınlatıp ışığı gün yüzüne çıkarmak gerekir. Aksi halde sanatın birkaç yıl sonra siyasetten pek bir farkı kalmayacaktır. Sanat bir propaganda aracı değil, bir yara bandıdır. İnsanları hasta etmek için değil, tedavi etmek için vardır. Hasta ediyorsa eğer, bu tamamen sanatçının sanatını nasıl ifade ettiğine bağlıdır. Genel olarak sanat da bir felsefedir ve sorgulanması gerekmektedir. Sanat çok geniş bir kavram olduğu için tanımlanması, felsefede cevabın olması gibi bir şeydir, olanaksızdır. Felsefede cevap bulunursa bu felsefe sayılmaz, Çünkü felsefe soru sorma ve sorgulama sanatıdır. Kavramlara takılı kalmak birer kalıba sığmak demektir. Sanatçı özgürlüğünü yakalayıp zihninin sınırlarını zorlamalıdır. Her şeyin fazlası uçuruma sürükler, bir sınır belirlemek zorunda ve soruşturmaya kendimizden başlamak gerekmektedir. Kendimizi bilince evreni, evreni bilince de kendimizi tatmin etmiş oluruz.