Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

Nurdan Nura Kavuşan İNSAN

Nurdan Nura Kavuşan İNSAN
27 Eylül 2022 22:44
469
A+
A-

Maziden gelen sesler: Nurdan nura kavuşan İNSAN

Halide Halid


Hakkında söylemek istediklerimi cismani yokluğundan uzun zaman sonra yazdığım için
önce ondan özür diliyorum.
Biliyorum, şimdi hayatta olsaydı ve bu yazının ertelenmesinden ne kadar endişelendiğimi
duyumsamış olsaydı, şöyle derdi: “Sorun yok yavrum, merak etme”.
Hayat çok garip!
İnsan yaşadığı sürece hayal bile edemediği şeylerle karşılaşıyor.
Canı gönülden gerçekleştirmek istediği herhangi bir işi, yazmak istediği bir eseri veya
makaleyi planladığı anda, öyle olaylarla karşı karşıya geliyor ki, içindeki acıyı, yaşadığı
sorunları bir kendisi, bir de Yüce Rabbi biliyor.
Bu yazımın gecikmesinin nedenleri de bana bağlı olmayan, lakin hayatımın bazı
dönemlerinde meydana gelen olaylar oldu.
Tesadüf denen bir şeyin gerçek olmadığına bir daha inandım. İnandım ki, çoğu zaman
insan istediği her şeyi kendi isteğine göre yapamıyor.
Ben nereden bilebilirdim ki, bir gün Samiha Ayverdi adlı bir kadın yazarla, tasavvuf ilmini
eserlerinde damla damla okuruna içirmek gücüne sahip olan bir zekâyla ilgili araştırma
yaparım ve onun peşinden Türkiye’ye gelip Agâh Oktay Güner gibi bir insanla tanışırım.
Ve bu insan da bana “Eğer ki, Samiha annemizle ilgili güzel bilgilere sahip olmak
istiyorsanız, o zaman yolunuzu Isparta’ya salmanız lazım. Orada Nazik Erik hocamızı ziyaret
edip meramınızı anlatmalısınız. O zaman Samiha hocamızı daha iyi tanıyabilirsiniz. Nazik
hocamız bir nur hazinesidir. O hazinenin ışığı çıktığınız yolda size yardımcı olur” der.
Böylece, Ankara’dan Isparta’ya gittim.
Onunla tanışmama vesile olan değerli büyüğümüz Agâh Oktay Güner beye ömrümün
sonuna dek minnettar olacağım.
Doğrusu, çok merak ediyordum. Kolay değildi, Agâh Hocanın söylediği gibi ben bir nurla
görüşmeye gidiyordum.
Yol boyu kafamda onunla sohbete nereden başlayacağımı düşünüyor, bazen de onunla
karşı karşıya oturmuşum gibi kendimle konuşuyordum.
Onunla ilgili arkadaşları, tanıdıkları, öğrencileri, manevi dostları, bilim insanları, yazarlar
türlü türlü makaleler yazmış, röportajlar yapmışlardı.
Her birisi de onu farklı açılardan anlatmışlardı. Gerçeği söylemek gerekirse, benim için
kolay değildi böyle bir aydınla röportaj yapmak. Sağlık problemleri olmasaydı, onunla
yeterince konuşabilseydim, belki de bu kadar endişe etmezdim. Agâh hocam onun çok yaşlı
olduğunu, hastalıkla mücadele ettiğini de söylemişti. O yüzden çok endişeliydim istediklerimi
ondan alabileceğimden.
Tüm bu fikirler zihnimi delmeye başlamışken, o nura kavuştum ve o nurun ellerinden
öpmek mutluluğuna sahip oldum.
Onunla birlikte geçirdiğim iki gün ömrümün yirmi yılına eş oldu. Tatlı, sevgi dolu
kelimeler, uzaklara dikilen soru dolu bakışlar, o bakışlardaki hasret, her kelimesinin sonunda
“yavrum” diye ettiği hitaplar ve insanı hayran bırakan daha neler neler neler…
Nazik hocamda dikkatimi çeken onun bu yaşta ve bedenindeki hastalığın ağırlığına
rağmen televizyon kanallarındaki haber programlarını bir an bile boş vermemesi oldu.
Haberler bittikten sonra sanki omuzlarından ağır yük kalkmış gibi gözüküyordu.
Başka dikkat çekici bir özelliği haberleri kulaklıkla izlemesiydi. Her şeyden, herkesten
uzaklaşarak izliyordu haberleri.

2
Onu çok geç tanıdığım için yeriniyorum. Ne bileyim, belki de böyle olması gerekiyormuş.
Belki de geç tanımama rağmen kalbimde yüce bir makamda yer almalıymış.
Titrek sesi, sanki yıllardır tanıyormuş gibi bana gösterdiği sevgi, Cuma günü evine
toplanan, ondan manevi ders alan arkadaşlarına (öğrencilerine) tasavvuf ilminden sabırla
bahsetmesi, gelenlerle teker teker ilgilenmesi, insanları onu daha çok sevmeye sevk ediyordu.
Kendisine sorulan her soruya sabırla, saygıyla, şefkatle verdiği cevaplar insanın kulaklarını
ninni gibi okşuyordu. Ona gelişimin nedenini ve bu görüşe vesile olan insanı söylediğimde
tebessümle “Agâh beyimize de, sizlere de teşekkür ediyorum” dedi.
Gidişimin ilk günü hocamızla sadece tanıştık. Onun tatlı sohbetlerini dinledim.
İkinci gün ise röportaj yaptım. Sıhhatiyle ilgili fazla soru soramadığım için birçok
sorumdan vazgeçmek zorunda kaldım. Onunla bu görüşmemin ilk ve son olacağını nereden
bilebilirdim ki?
O konuştukça karşımda gerçekten bir hazinenin olduğuna kesinlikle emin oluyordum.
Maalesef, bu hazineden çok sayıda “mücevher” alabileceğim zamanları boşa geçirmiştim,
yani onu çok geç tanımıştım.
Yıllardan sonra onun fotoğrafları, videoları ile baş başa kalmak, onun yokluğuna alışmaya
çalışmak ne kadar zor!
Nurdan nura kavuşan İNSAN derim ona. Nur gibi yaşadı, nurunu insanlara armağan etti ve
nur gibi bir an bile unutmadığı NURUNA kavuştu. Mekânı cennet, ruhu her zaman rahat
olsun.
Böylece değerli okurum; Nazik Erik hocayla olan röportajımı yıllar sonra sana
yayımlıyorum.
Hocam hoş gördük sizleri. Sizi ziyaret etmemim nedenini önceden söylediğim için
tekrara yol vermeden ilk sorumu sormak istiyorum.

-Buyurun yavrum.

Sizin için Samiha Ayverdi kimdi ve onu nasıl hatırlıyorsunuz?
-Yavrum, Samiha Ayverdi’de bir özellik vardır. Bana Samiha Ayverdi’yi sordukları zaman
ben diyorum ki, Samiha Ayverdi diye birisi yoktur. Samiha Ayverdi öz varlığını tamamen
yakalamış, kendi ruhi bendini yakalamış, onun aslını yakaladıktan sonra da dış dünya ile olan
ilgisinde emrolunduğu gibi yaşamaktan başka bir şeyi iş edinmemiş büyük bir sultandır. Onun
için Samiha Ayverdi’yi tanımak çok zordur.
Samiha Ayverdi kimdir derlerse, biraz duraklayarak konuşmak lazım; çünkü o dışarıda
görünen endamlı, güzel, modaya aşina, her şekli ile mükemmel, güzel bir hanımefendi idi.
Eski Osmanlı’dan kalan bir İstanbul hanımefendisiydi. Konuşması ile, tavrı ile, edası ve
terbiyesi ile. Yani Samiha Ayverdi’yi dışarıdan böyle tanımak mümkündür.
Aslında Samiha Ayverdi yoktur. Samiha Ayverdi kendinde bir hürriyete kavuşmuş, kendi
varlığında öz benliğini bulmuş, asıl özünü, insanlığını yaşayan bir varlıktır. Onu görmek her
insana nasip olmuyordu. İnşallah eserlerinin her birinde bir hususiyeti, görenler onu daha
yakından tanıyacakardır.
Onu gördüğümde öyle bir etkisi olurdu ki, o etki zaten insanı kendine çekerdi. Ona
duyulan sevgi, ona duyulan hayranlık kaplardı insanı. Ve bu hayranlık uzun süre insanı terk
etmezdi.
Onun için Samiha Ayverdi’den bahsederken her zaman düşünüyorum. Uzun bir tahsili
olmamış, ilk tahsilini bitirdikten sonra özel öğrenim görmüştü ve Franszca, Arapca
öğrenmişti, Farsça’yı da biraz anlardı. Harikulade bir Türkçesi vardı, dili çok zengindi.
Onun sanat dünyasına baktığımızda kültür bakımından ilk eserlerinin daha çok tasavvufî
eserler olduğunu görüyoruz.
1945’ten sonra yazdıkları daha çok tarih ve sosyal eserlerdir.


Çok güzel, çok zengin bir tarih bilgisi vardı ve kendisi çok kıymetli bir sosyologdu. İkinci
aşamada yazdığı eserleri bu tip eserlerdir.
Son zamanlarda da esasen hatıralara yer veriyordu. Bu hatıralarda kendi hayatını, yaşadığı
devri ifade ediyordu.
Çok kuvvetli bir hafızası vardı. Bir yaşından itibaren sanki hiçbir şeyi unutmamış gibiydi.
Onun yaşadığı aile çevresi çok zengindi. Zenginliği servet bakımından değil, kültür
bakımındandı. Zaten servet bakımından da üst seviyede olan bir aile idiler.
Osmanlı’nın son devrini çok güzel anlatıyor, oradaki değerleri, kıymetleri çok güzel
belirtiyordu.
Onun için Samiha Ayverdi’yi okumak bir millete, bir imana, bir dine sahip olmanın ne
demek olduğunu anlamak demektir. O yüzden de Samiha Ayverdi çok kıymetli idi.
Eserleri şimdi eskisinden daha çok yayımlanıyor. Kubbealtı’na uğrarsanız, son çıkan
kitaplarını da hazır bulacaksınız.
Hocam, Samiha Ayverdi deyince göz önüne hemen tasavvuf geliyor. Türk
edebiyatında ve Türk halkları edebiyatında tasavvuf konusunda Samiha Ayverdi’nin
önüne geçebilen bir yazar tanıdınız mı? Veya adını duydunuz mu?

Samiha Ayverdi’nin el koyduğu bu vadide kimse ona yaklaşamaz ve kimse onun gibi
olamaz; kimse de o kültüre sahip olamamıştır. Onun bıraktığı eserler ile yepyeni bir dünyaya
açılıyor gençliğin gözü.
Yeni bir dünya… Çok da yadırgıyorlar tabii; çünkü uzun müddet dinî-tarihî eserler
yazılamamıştı. Bilhassa gençlik bu eserleri bilemiyordu, bizler bilemiyorduk. Çok şükür ki,
şimdi onlarla maziye, tarihe sağlam bir kanca atılmış oldu.
Kendisi bilhassa ömrünün sonuna değin bunu belirtmeye, bunu canlandımaya,
uyandırmaya çalıştı.
Tarih, edebiyat, dil, sosyal yapı. Onun üzerinde durduğu şeylerdi yavrum. Eski Türk
terbiyesi, eski Osmanlı terbiyesinin en ince, en zarif örneklerinden biri olarak Türklerin
zengin dilini en güzel kullanan biriydi. Onun eserlerini okumakla çok şey kazanıyoruz. İyi bir
araştırıcı ondan çok şey çıkarır diye düşünüyorum.
-” Varlıklar Neden, Niçin, Nasıl Var Oldular?” Bu kitabı neden yazdınız?
Yazdım, yani istedim ki, din denince korkmasınlar, din denince yalnız insanın mutluluğu
bulduğunu anlasınlar.
Dini idrak etmedikçe insan mutluluğu bulamaz. Şöyle ki, din iki cihandaki mutluluğun
yoludur. Kaybettiğimiz şeylerden birisi şu oldu: Hayat felsefemizi kaybettik, milli felsefemizi
kaybettik. Bu felsefe gençlerimizin kafasında yerleşmedi. Yani onlar sadece dünyaya geldik,
topraktan geldik ve toprağa gideceğiz sözleri arasında yaşıyorlar.
Bu ise gerçek değil. Biz ezelden geldik, Tanrı diyarından geldik, yine o diyara gideceğiz.
Bu yolculuk için de bu imtihan odasında bir müddet eğleniyoruz. Orada ‘elest bezmi’nde
verdiğimiz sözü yerine getireceğiz ve ondan sonra burada vazifemiz bitince geriye döneceğiz.
Bu bilinci almalarını, bu huzuru bulmalarını insanların hayatlarında böyle bir uzun
zamanın bahtiyarlığının olması gerektiğini söylemek istedim bu kitapta.
Bu kitabın adı insanda merak doğuruyor “Varlıklar neden, niçin, nasıl var oldular”.
Hocam sizin kendi dünyanız, sizin tasavvufla ilgili düşünceleriniz bir okuldur.
Demin geldiğimde de size söyledim, burada kongreye katıldım, bu kongrede genç
öğretmenlere Samiha Ayverdi’yi ve sizi sordum. Onlar da “Onlar kim?” diye bana
sordular. İçimden çok kırıldım ve kendi kendime “Allah’ım, bu nasıl oluyor, biz öyle bir
hazineye sahibiz ki, bu gün bizim gençlerimiz o hazineyi tanımıyorlar’’.

-Evet yavrum, bizim çok zengin hazinelerimiz var.


Diyor ki, Batı’nın herşeyi olabilir, amma Batı’nın İslam’ı yoktur, Batı’nın Kuran-ı
Kerim’i yoktur.Batı’nın Samiha Ayverdi’si, Kenan Rifai’si, Nazik Erik’i yoktur.
Batı’nın zenginliği olabilir ama onun İslam gibi manevi zenginliği yoktur.

-Olamaz da yavrum. Eskiler derlerdi ki, Akıl kademeleri akl-ı meaş, akl-ı meat, akl-ı meal,
akl-ı selim ve akl-ı nuranidir.
Aklın bu geçirdiği gelişme içerisinde şahsiyet başka bir şeydedir.
Hristiyanlık akl-ı meada kadar gelmiştir, fikir, düşünce, felsefeye varmıştır.
Fakat imanda İslam’ı bulamamıştır. Bulamadığı için de onların maneviyatında bu
genişliği görmek çok az kimseye nasip olmuştur. Hakikaten İslam’a gönül vermiş olan
insanlar müstesna, diğerlerinin çok sıkıntı ve buhran içinde olduklarını biliyorum.
Hristiyanlara dinince dinlensin denir. Ama ben madam Mariya için Allah rahmet
eylesin derim. Öyle bir bunalım içindeydi ki, kızcağız…
İçimde doymayan bir şey var diyordu. Oysa ben doyuyordum eskiden. Kiliseye
gidiyordum, ibadet ediyordum, vazifelerimi yapıyordum. Her hafta günah çıkarıyordum. Ama
içimde yine bir boşluk var diyordu.
Bu boşluğu hissedenler çoktur yavrum. Lakin yaklaşıp huzur bulanları çok az oluyor.
Onun için de kendilerine sağdan, soldan maceralar arıyorlar, nefislerini doyurmak için
meseleler yaratıyorlar.
Ve bu meseleler dünyanın lehine, dünyadaki insanın lehine olmuyor. Ama durum
böyle.
Ülkemizdeki çocukluğumu düşünüyorum. Çocukluğumda etrafımdaki yaşlıların
yüzlerini hallerini, onlardaki tevazuyu, onlardaki huzuru görmek, maalesef bizim çok azımıza
nasip oldu.
İşte Samiha Ayverdi bu huzur kapılarını açtı. Çok şükür, ben de onun sayesinde huzuru
buldum ve istedim ki, bu huzuru etrafımdakilere biraz tanıtabileyim. Bunlar, bu kitaplar onun
sonucudur.
Hocam uzun yıllar oldu edebî ortamdan kenarda kaldınız. Bunların nedeninin
sağlık sorunlarınız ve yaşınızla ilgili olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu süre içerisinde
sizleri kimler aradı, kimler ziyarete geldi, genç yazarlardan kimler sizden bir şeyler
öğrenmek için kapınızı çaldı? Kimler Nazik Erik hazinesine baş vurmak için günleri
saydı?

-Dışardan Amerika’dan Rabia adlı hanımdan bir selam geldi. Gelip görüşmek
istiyorum dedi. Nasip olmadı. Memleketimizde ise yalnız bir edebiyat müntesibi değil,
kendisine bir huzur kapısı arayanlar gelir. Onun dışında sanat insanları ile temasımız yavaş
yavaş oluyor, yeni yeni.
Zannederim ben gittikten sonra daha hızlı davranırlar. Zaten bizde adettir gittikten
sonra daha iyi tanınır insan.
(Şimdi bu kelimeleri yazdıkça parmaklarım klavyede titremeye başladı. Onun
ruhundan utandım).
-Allah ömür versin.
-Gittikten sonra da inşallah işe yarayan şeyler bırakmış oluruz.
Hocam, Samiha Ayverdi nurundan beslenerek kaç eser yazdınız?
-Yazıya başlamam onu tanıdıktan çok sonradır. İlk kitabım 1976’da çıktı. 1976’dan
sonra yazmaya başladım. O zamana kadar asıl faal olan dönemimde bilmiyordum. O zamana
kadar ancak kendi edebiyatımızı tanıyorduk tabii, bir de Yahya Kemal’imizi tanıyorduk.
Ama bugünkü tanınma seviyemiz keşke on yıl önce olsaydı.
Hocam şükürler olsun ki sizler varsınız, sizlerin nuruyla bizler ileri gidiyoruz,
sizlerin nuruyla bu milletin gençliğine, yarınına bir şeyler verebilirsek ne mutlu bize!

Sizler çok mutlu oldunuz, çünkü öyle bir dünyayı kazandınız, öyle bir aleme sahip
oldunuz ki, herkes o dünyaya sahip olmak ister.

-Teşekkür ediyorum, yavrum. Zahmet edip buralara kadar geldiniz. Sizi tanımaktan
çok memnun oldum. Umarım söylediklerim işinize yarar.
-Ben teşekkür ediyorum hocam. İyi ki sizleri tanıdım; geç de olsa iyi ki sizin gibi bir
aydınla yüz yüze oturmak, sizi dinlemek bana nasip oldu. Rabbim sizi seven herkese
nurunuzdan ışık almayı nasip etsin.
Ekim-2011, Isparta, “Maziden gelen sesler” serisinden.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.