Elli altmış yıl önce Şahinkaya bölgesindeki Yörük damlarında yaşayan aileler, inek koyun ya da keçi gibi sağmal hayvanlar beslerler, mevsimine göre bu hayvanları sağınırlardı. Hemen her ailede az çok “Ağartı” yani günümüzdeki deyimiyle süt ve süt ürünleri bulunurdu. Evlerde elektrik ve dolayısıyla buzdolabı olmadığı için, özellikle yaz aylarında bu yiyecekler çok çabuk bozulurlardı. Mesela ben çocukluğumda yoğurdu oluştan ekşi bir yiyecek zannederdim. Meğer doğal yoğurt ekşi değil ekşiyen bir yiyecekmiş.
Ağartı için hayvan besleyen, ekmek ve yem yapmak için tahıl eken bu aileler, para kazanmak için de tütün ekerlerdi. Trilye tipi yağlık zeytinin henüz bölgemize gelmediği zamanlardı. Bahar aylarındaki yeşil sebze ihtiyaçları için de tütün fideliklerinin kenarlarına taze soğan, kabak ve marul tohumları serpiştirirlerdi.
Hemen her tütün tarlasının ortasında bir palamut ağacı bulunurdu. Palamut ağacının gölgesinde yenen öğle yemeğinde, bu tazecik marullardan hazırlanmış yeşil salata da olurdu. Yeşil salatanın soğanı, yağı, tuzu olur ama ekşisi olmazdı. Evlerimizde bırakın limonu çoğu zaman limon tuzu bile bulunmazdı. İşte burada devreye pratik Yörük zekâsı girerdi. Bir kâse ekşi yoğurt hem marul salatasını ekşiler, hem de “Ekşi Yoğurtlu Kıvırcık Marul Salatası” adlı özgün bir salata türünü ortaya çıkarırdı.
Tarlaya götürülecek yiyecekleri hazırlayan evin annesi, her seferinde heybenin gözüne bir kese içerisinde yarım kilo kadar toz şeker koyardı. Eğer işçiler ikindi saatlerinde acıkır da bir şeyler yemek isterlerse, bu tozşeker bir kâsede suda eritilerek şerbet hazırlanır, içerisine köy ekmeği doğranarak çalakaşık afiyetle yenirdi.
Ayrıca karakaçanın veya sıpalı boz eşeğin semerindeki heybenin gözüne fazladan birkaç tane kaşık konulurdu. Bu fazla kaşıklar yemek saatlerinde gelmesi olası tanrı misafirleri içindi. Genellikle de, ya yoldan geçen birileri ya da özel olarak tarlaya gelenler olur sofraya iştirak ederek bu kaşıkları kullanırlardı. Heybeye fazladan kaşık koymayı unutan anneler mahcup olurlar, kendi kaşıklarını misafirlere verirlerdi. Eğer hala kaşık yetersiz geliyorsa, yan yana oturan iki kişi bir kaşığı ortaklaşa kullanırdı.
O yıllarda insanların titiz ve seçici olmak gibi bir şansları yoktu. Hemen her şeyi kolayca beğenirlerdi. Çünkü her şey ya çok sınırlı ya da zor elde edilirdi. Mesela yemek sırasında ayran çanağının içerisine sinek ya da karınca kaçarsa bir kaşığın ucuyla dışarı atılır, yemek kaldığı yerden devam ederdi. Isırarak meyve yiyen birisine, yediği meyvede kurt olduğu söylense, şöyle hafifçe şişinerek “Kurt ben kadar oluncaya kadar, ben dağ kadar olurum” der ve kaldığı yerden meyvesini yemeye devam ederdi.
Yoklukların olmadığı, mutluluk ve huzur dolu güzel bir dünya dilerim. (09.07.2021)