Milattan önce antik çağın bir zaman diliminde; geniş ve ataerkil bir kartal ailesi yaşarmış. Atalarından kalma, katı, tavizsiz, esneklik payı olmayan kurallarla yaşamlarını sürdürmüşler hep. Fakat yeni gelen her nesil, kuralları kâh değiştirerek, kâh esneterek, kâh yolarak serçe kuşuna çevirmişler. Huzursuzluk, uyumsuzluk, dengesizlik ve adaletsizlik artık öyle bir noktaya gelmiş ki, tolerans gösterme payı hiç kalmamış.
Baş dede, dede, anne, baba, oğul ve torunlardan oluşan, 4 nesil bir arada yaşayan bir kartal ailesi, genişçe bir kaya oyuğunu kendilerine mesken yapmışlardı. Katı kurallar gereği, eskiden her gün uygulanan yuvada temizlik takvimi, zaman geçtikçe haftada bire, ayda bire, derken yılda bire düşmüş.
Artık pislikten yuvada yatacak yer kalmamış, kokusu da yedi kat göklere ulaşmıştır. Temizlik nöbetini herkes birbirine havale edince de ortada kalmış. Bu duruma dayanamayıp isyan eden en küçük torun kartal, bilge dede kartala şöyle seslenmiş:
“Dedeciğim bu yuvada artık yaşamamız mümkün değil, koku ve kirlilik olağan üstü düzeyde, yatacak, nefes alacak yer kalmadı, başka bir yuvaya taşınalım!”
Bilge dede kartal önce duraksamış, içini çekmiş, biraz derinlere dalmış ve yuvada herkesi süzerek ve hiddetle seslenmiş: “Bizdeki bu popo olduğu müddetçe ve kural tanımayan bir kafa da olduğu müddetçe, kırk yuva da değiştirsek hepsini pisletiriz. Hiçbir yere gitmiyoruz. Oturun oturduğunuz yerde!”
Bilge dede kartalın bu cesur yüreğinden öperek, bugün yaşayan tüm kartallara soruyorum:
Ortamı kirletmeyen yeni popoya mı, yoksa yeni bir yasaya mı, veya yeni bir kafaya mı ihtiyacınız var?… Sanırım bu kurgusal anlatımımızdan; tüm şahin, doğan, atmaca ve leylek aileleri de gerekli dersi çıkarmışlardır.
Peki bu anlatım, bir insan olarak, bizi hiç mi ilgilendirmiyor? Duygu, düşünce ve eylem planında yüce bir kemalât ve arşa ulaşma yolundaysak, neden üzerimize alalım ki?…
Ali Rıza Malkoç