B.F. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Eğer sıradan bir siyasetçi olsaydım, tıpkı onlar gibi; Bana bu şansı (bu hakkı, açıklama fırsatı verdiğiniz) için teşekkür ederim diye başlardım söze. Oysa soru o kadar basit ki; Ben…
Diğer insanlardan farklı olduğum kanaatini yaşıyorum. Çünkü 9 aylık yolu 7 ayda aldığım, erken ve er olduğum için “Erol” konulmuş adım. Diğer bir olay başlangıcım olan tarihle Nüfus Kâğıdımın çıkarılışı arasındaki fark, fazla değil, 4 ay kadar. Babamın memuriyeti nedeniyle çeşitli il ve ilçelerde okumam. Ve başarısız bir lise hayatı…
Üniversite mezunu, Ziraat Yüksek Mühendisi olarak Edirne’den Van’a kadar görev yapıp, Datça’dan Hopa’ya (Kemalpaşa’ya geçemedim uç olarak) kadar yurdumu, devletimin verdiği imkânlarla birkaç dış ülkede görev yaptım, gezdim.
Diğer insanlardan diğer bir farklılığım, 15 yaşında evlenip, 16 yaşında beni kucağına alan annemle aynı ilk okulda aynı öğretmenden ders almamız. Ve annemin 53 yaşında, 26 gün içinde kanserden vefat etmesine rağmen benim hâlâ yaşıyor olmam.
“TV seyretme alışkanlığım yok!” desem yeri, ancak her gün abone olduğum gazeteyi okurum.
Okumaya, dizmeye, yazmaya meraklıyım. 81 yaşında, üç evlâdım, dört torunum var.
Sanırım yeterli.
B.F. Yazmaya nasıl başladığınızdan ve ne kadar zamandır yazdığınızdan bahseder misiniz biraz?
Yazmaya, daha doğrusu dizmeye teenage denilen 18-19 yaşlarda başladım. Tahmin edildiği gibi ilk heyecanla. Ancak ilk dizelerimi Edirne’de liseyi bitiremediğim tarihlerde bir Berat Gecesinde kaleme aldım. Sonrası kendiliğinden bin küsur adede kadar yükseldi.
En büyük sıkıntım; şiir dediğim dizelerde isim bulmaktı. Bu nedenle çoğunun adı; I, II, III gibi çoğaltılmış durumda. 700 civarındaki öykümde de benzer sıkıntım var, ama onlarda bir paragraftaki önemli bir bölüm ad vermemde kolaylık yaratıyor. Yazmaya da şiir denilen denemelere de devam ediyorum.
Çocuklarım sayesinde bir blog sayfam var; www.erolkaratekin.com şeklinde. Yazdıklarım orada. Tıklanmalar memnuniyetim doğal olarak. Ancak ne yazar ne de şair olduğum iddiasında değilim. Hatta çok zaman kendimi “müteşair” olarak vasıflarım.
Ufak bir şekilde bilgi tazelemek istiyorum; Müteşair; Şairlik taslayan, şairlik satmak isteyen, şair olmayıp şair olduğunu öne süren, şair gibi görünen, bir bakıma sahte şair, demektir. Bununla ilgili şahane bir benzetme vardır:
“Çile bülbülüm” şarkısındaki gibi meselâ: Burada; “çile” kelimesinin “çilemek” fiilinden geldiğini görebilen “ŞAİR”, Farsça “ızdırap” anlamına geldiğini sanan kişi ise; “MÜTEŞAİR” dir. Müteşairin dizelerine, Kandemir KONDUK gibi; “Şiir Gibiler” demek de mümkün (bana göre). Belki şu örneği de eklemek mümkün görünebilir:
Atatürk’ümün; “Türk; öğün, çalış, güven!” sözündeki “öğün” kelimesinin “öğ; akıli, us” anlamında “Akıllan, aklını kullan, hatta öğren” anlamında olduğunu bilen şair, “övünmek” şeklinde anlayan müteşairdir.
B.F. Yayınladığınız kitap sayısı ve konuları nelerdir?
Bugüne kadar konusu aşk ve dram olan “…VE ÖLDÜM” adlı bir kitabım oldu, sadece kendi çabalarımla bastırıp akraba ve kardeşim dediklerime dağıttım. Gönül çok şey diliyor, ama gereklilikler nedeniyle hepsini uygulamaya koymak zor.
Espri gibi olacak; Ümit Yaşar OĞUZCAN; “Gün 24 saat seni düşünüyorum!” demiş, ben; günün 24 saatinin bana yetmediği iddiasındayım. Ömrün kısalması olasılığı olsa da diğer günlerden ödünç almayı düşünürdüm.
B.F. Yazarken karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Yazmak ve yayınlamak; sizin için hangisi daha zordu?
Kuzguna yavrusu Anka görünür, benim de iyi bir ailem var. Özellikle gibi çocuklarımız bizi Edi-Büdü gibi yalnızlığa itekledikten kendime ait bir odam var, içinde her şey olan “PASAKLI ODAM” dediğim. Hüzünle ifade emeliyim ki, küçük kızım eşinden ayrıldı, şu anda bizimle yaşıyor, gene de pasaklı odam benim. Kitabımı yayınlamakta küçük kızımın ve çevresinin yardımını aldığım için zorluk çekmedim.
Senaryo, ya da kurguyu beyninizde oluşturduktan ve kapınızı kapatıp sakin bir ortam oluşturduktan sonra müsveddelere gömüldüğünüz anda kurgu veya senaryonuzun beyninize hükmü ortadan kalkıyor. Siz kurguladığınıza değil, elinde kalem olan kurgunuz size hükmediyor. Hitchcook; “İyi bir film için üç şey gerekli; senaryo, senaryo, senaryo…” (Ç)alıntı ben de konuya eğilip iyi bir eser için; “konsantrasyon ve sükûnut” diyorum.
Öyküye hükmeden kalem bazen üç-beş sayfada, bazen sayfalar ötesinde öyküyü sonlandırıyor, bazı-bazen roman hüviyetinde gibi, ama aslı öykü.
Hitccook; deyince, aklıma geldi, lisanda “cameo” denen (görünümün kısaltılmış şekli) bir şey oluşturmuş, yanlış aklımda kalmadıysa filmlerinin çoğunda bir saniye için de olsa kendinin görünmesi. Sokakta yürüyen insanlar arasında, bir çocukla konuşma, bir barda içki içenler arasında gibi. Türkçemizde buna ne ad verildiğini bulamadım.
Ancak ben de öykülerimde bu şekli oluşturma gayreti yaşıyorum çok zaman. İlimin, Köyümün, sevdiklerimin, yaşamımda yer alanların, yaşadıklarım, bilebildiklerim, gördüklerim, ilk ağızlardan işittiklerim… İsmimi, harfleri, yerlerini değiştirerek Erel, Eroğul, Akantekir, Akartekin şeklinde kullanıyorum. Ya da belki tuhaf görünür herhangi bir cenaze için mezarlığa gittiğimde mezar taşlarındaki enteresan isimleri not alıyorum; Ebrar, Adviye, Hümaşah, Fekâhat vb. gibi
B.F. Yazılarınızda sizi besleyen kaynaklar nelerdir, ilham kaynağınız nelerdir; biraz bahseder misiniz?
Yukarıda bir nebze bahsettim. Yaşadıklarım, gazetelerden, kitaplardan, bir ortamda, sinemada, tiyatroda edilen sözler ve ille de araştırmam. Örneğin askerde; “Fazla lâfın lüzumunu alâkadar etmez!” Bir otobüs kavgasında; “O senin süslü kuruntun!” denmesi. Bir siparişte; “Erişte” sözünün “enişte” anlaşılması. Bilhassa, yerine bilâkis denip “Bilâno” sözünün numarasız değil, semt adı gibi yorumlanması… Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Paylaşmazsam olmaz, kelime oyunları; yirmi altının yarısı on üç değil, on altındır, sekizin yarısı dört değil, enine kesersen sıfırdır gibi.
Fransız şair bir arkadaşım var, evlendikten sonra Amerika’da yaşıyor. İngilizce-Fransızca bir şiir kitabı var; Three Gardens (Üç Bahçe). Haberleşiyoruz ara sıra. Bazen onun ilettiklerinden de yararlanıyorum, İngilizce olarak. Örneğin; Never regret anything that made you smile (Seni güldüren hiçbir şeyden pişman olma). Mark TWAIN gibi.
Fıkralar, karikatürler, hafızalardaki yanlış birikimler; Haydan gelen huya gider gibi. Havadn, hayırsız bir yerden, kumardan gelen bir şey aynen gider, anlamında değil; “Hayy’dan (Allah’tan) gelen Hu’ya (Allah’a) gider” anlamı. Örnek çoktur.
B.F. Kitap okur musunuz? Bulunduğumuz dönemde yayınlanan kitaplarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Okumazsam, yaşayamam. En kötü huyum, kitaplarda önemsediğim cümlelerin fosforlamak ya da altını çizmek, not alsam bile. Bu konuda geniş bir arşivim var, bir ara bilgisayarımdaki hata nedeniyle çoğunu yitirmiş olsam da gene de A-4 olarak 200 sayfa üstünde birikimim var. Genelde gazetemin önerdiği (en son; Darağacında 15 Kadın, Tarık IŞIK) çocuklarımın okuduktan sonra gerek hibe gerekse iade edilmek kaydıyla verdikleri kitaplar (en son; Sen Yola Çık… Hakan MENGÜÇ).
Siyasal kitaplar için vakit ayırmak yerine gazetemden yararlanıyorum. UPI’den de yararlanıyordum bir ara, artık beynim kaldırmıyor, çözemiyorum da “Hafıza-i beşer, nisyan ile malûl”, İngilizce kelimeler siliniyor zihnimde. Maalesef romanlara vakit ayıramıyorum son dönemde, çocuklar özet yapıyorlar, şu sıralar merak edip de okumuşluğum yok.
B.F. Yazmanın sizin için ne ifade ettiğini öğrenebilir miyiz?
Yazmayı iki anlamda çözmek gerekir diye düşünüyorum. Anında ve kendini vererek. Aslında birincisini not almak şeklinde de düşünmek mümkün. Çevrende ne yazdığına merakla bakanlar olmasına karşın umursamaksızın aklına gelen, ya da civarındaki, bir monoloğu, diyaloğu. Ancak bu konuda dikkatli olmak gerek. Almanya’da bir arkadaşım çıktığı otelin adresini unutmamak için, sokağın ismini yazıyor. Einrichtingstrasse (Oneway road, Tek yönlü yol). Bu not alınacak bir şey değil.
Kendini vererek bir şeyler yazmak, uykudan seni uyandıracak yazman gereken bir rüya olabilir. Her şeye boş vererek, yemek yerken, gazete okurken etkilendiğin bir söz, yazı, fıkra, karikatür üzerine yazmak. Beş-on dakika da sürebilir, sayfalarca, saatlerce de. Bu; toplu duygusal bir dize birikimi ya da sonucunu kendinin değil, öykünün belirleyeceği bir bir öykü başlangıcı olabilir, üstelik karışmanın ve hükmetmenin mümkün olamadığı.
Bu konuda arşivimden edindiğim üç sözün düşüncemin sunuşu olacağı iddiasındayım;
Anı yazmak ölümün elinden bir şey kurtarmaktır. André GIDE
Bir kelime için bin terlemeli insan! Necati DOĞRU
Edebiyat ikinci kez okunacak, gazetecilik ise bir defada anlaşılacak şekilde yazma sanatıdır. Yılmaz ÖZDİL
B.F. İyi yazmak için bir formül var mıdır size göre?
Bence iyi yazmak diye bir konu olmamalı. İnsan süsleme gayretinde, iyi olması şeklinde bir düşünceyi yaşamamalı. Bu konuda önce kendi kendine yaşamalı. Bazen gece yarılarına, hatta kendimi vererek sabahlara kadar vererek yazdıklarımı ikinci kez gözden gezdirdiğimde, bakarım ki, hiçbir şey yoktur, pasaklı odamdaki geri dönüşüm sepetinde yerini almıştır. Yırtmam, parçalamam. Öylece kalır, bir ehlen-sehlen vaktimde yeniden gözden geçiririm. “Halt etmişim!” dediğim bölümler olduğu gibi, cımbız kullanmam gerekse de ayrıca not aldığım bölümler olabilir. Örneğin en son şöyle bir not saklamışım; Siz henüz başlangıçtasınız, oysa biz yarıyı geçtik, bitirmek üzereyiz. Erol KARATEKİN
Kısaca bence iyi yazmak için formül yoktur. “Sabrın sonu selâmettir!” yerine bakarsın “Selâmete sabrın sonunda ulaşılır!” olur, cümle. Selâmet; sonuçtur ister sabırdan önce ister sabırdan sonra, kelime olarak.
B.F. Yazmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Uygun vakte ulaşıp, sükûnet halinde sadece akıllarını kullanmaları, zekâ gerekli değil. Akıl yaşta değil, baştadır denmesi doğru, bir gerçek. Çünkü yaşlandıkça beyindeki gri hücreler çöküntüye uğruyor, yaşlıların beyinlerini kullanma kapasitesi küçülüyor. Ne yapmak istediklerini bilmeli gençler. Ortam önemli, yaklaşmakta olan yemek vakti, sorun olacak bir durum dikkate alınabilmeli.
B.F. Buradan okurlarımıza mesajınız nedir, ne söylemek istersiniz?
Niyet önemli! Yazmak, eser vermek mi niyet, vakit geçirmek mi? “Ben yaptım, olmuştur!” sonucun gerçekleşmesi değildir. Gülün goncası olduğu gibi dikeni de var. Ancak dikeni olduğu için gülden soğumamalı, o dikenler içinde gülün olduğuna bir eser olarak inanmak gerek (Söz değiştirilse de bana ait değil!)
Konu her ne olursa olsun, doğa, insan, canlı, hatta cansız aşka bürünmüşse eğer değerlendirmekte çok titiz davranmalı, kelimelere, cümlelere gereken önem verilmeli, benim hayat tecrübem şimdilik bu kadar için görüntü veriyor.
Sevgilerim ve sağlık dileklerimle…
Ödüllü Yazar ve Şair Betül FIRAT
@paradoks.okur.yazar
@yazarvesair.betulfirat
@e.san.mel