1)Doğum tarihiniz ve doğum yeriniz hakkında bilgi alabilir miyiz Talip Bey?
17 Ağustos 1994’te Şanlıurfa’nın merkezine bağlı adı mahalle fakat yolları köy olan Sırrın Mahallesi’nde üç kardeşin sonuncusu olarak dünyaya geldim. Bu sebepten ya da tevellütlümüzün köyden mahalleye geçişe denk gelmesi sebebiyle olsa gerek hala dilimizde “köy” olarak ses bulur Sırrın.
2) Okul hayatınız, dönüm noktaları ve yol ayrımları nasıl gerçekleşti efendim?
İlköğrenimime doğduğum evde, ilköğretime ise Sırrın İlköğretim Okulu’nda başladım. Çocukluk çağım çok haraketliydi. Etrafımdaki herkes “yeter artık, başımız döndü” diye uyarırdı. Buna rağmen okula başladığımda genelde “sessiz” olarak tanımlanan bir öğrenci oldum. Hatta ilk zamanlar sınıf öğretmenim bu durumdan bayağı şikayetçiydi. Bunun sebebini yetişkinliğimde fark ettim. O dönemde cevaplanmamış sorularım çok fazlaydı. Kaotik bağları olan bir ailede büyüdüm. Annem babamla, teyzem de amcamla evliydi. Babam ben doğmadan 20 gün önce kadar Hakk’a yürümüş. Doğal olarak evde rolleri ve unvanları uyuşmayan karakterler vardı. Bu yüzden okuma yazma öğrenmek, kimliğimde baba ismini görmemi sağladığından benim için hayatımın ilk dönüm noktası olmuştur. Bu süreç içerisinde 3. sınıfa giderken, evdeki diğer baba figürünü de toprağa sırladık. Şahit olduğum ilk kayıp da böylece gerçekleşmiş ve ben evde 4 kadınla birlikte büyümeye devam etmiştim. Bu da bir diğer dönüm noktası olmuştu benim için. Tam bu süreçte Alevi-Bektaşi kültürünü tanımaya başladım. Cem evi hayatımın bir parçası oldu ve çaldığım saz anlam kazanmaya başladı. Cem evine gitmeye başlamayı da dönüm noktası sayabiliriz bence. Çünkü karakterimin erken yaşlarda oturmasını sağlayan “eşikte oturan da, döşekte oturan da bir” felsefesini sadece sözel olarak değil, deneyimsel olarak da görme imkanı sağlandı.
Ortaokul dönemlerimde yine aynı okuldaydım. Sosyal süreçlerimi biraz daha tamamlamaya çalışan, ilgi alanlarıma yönelen bir bireydim. Çeşitli okumalara da bu dönemde başladım. Bu dönemde biraz daha dünya klasiklerine ve siyasi okumalara yönelmiştim. Böylece politik kimliğimin de ilk adımlarını bu dönemde atmış oldum. Bir öğrenci olarak değerlendirecek olursak, yine de toplumsal kurallara ayak uydurmaya çalışan, örnek bir öğrenci oldum diyebilirim. Müzik ve spor biraz daha önem kazanmıştı. Bu süreçte basketbol sporuna aktif bir ilgim başladı ve lise süreci de dahil olmak üzere lisansı bir şekilde çeşitli kademelerde basketbol oynadım.
Lise yıllarımda çocukluk arkadaşlarımla aynı bölgede olabilmenin önemini anladım. Bu yıllar hem sosyo-politik hem de sosyal faaliyetler açısından etkin yıllardı. Seyahat etmeye, gezip görmeye, para biriktirip harcamaya da ilk bu yıllarda başladım. O yıllarda karakterler daha erken oturuyordu sanki. Oturmuş bir karakterin üzerine eyleme geçmiş bir vatandaş gibi hissediyordum. Müzikal alanda kendimi bir adım daha ileriye taşımış, topluma hizmet ederek hareket etmeye başlamıştım. İlk aşkı, ilk şiiri, ilk kavgayı ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’i bu yıllarda tanıdım. Kelime dağarcığım biraz daha genişlemiş; artık Marx, Engels, Weber, Durkheim, Nietzsche, Albert Camus, Kafka gibi yazarları okuyabilir düzeye gelmiştim. Bu süreçte ablalarımın kitaplarını kurcalamaya başlamıştım.
3) Sizi, mesleğinize iten ilk kıvılcım nasıl gerçekleşti ?Psikolojiyi ilk olarak ablamın kitaplarında tanıdım, ardından gelişen süreçte çevre, aile ve toplum üçgeni içerisinde rahat rahat hareket ederken, geçen zaman özelinde benim karakterimin büyümesi ile birlikte içinde bulunduğum üçgen kırılmaya başladı ve kabuğu kırıp çıktıktan sonra en verimli olabileceğim meslek şudur dedim ve hedeflerim, amaçlarım doğrultusunda yola çıktım.
4) Üniversite hayatınızdan bahsetmek ister misiniz Talip Bey?
Üniversite yılları zamanın en hızlı geçtiği yıllardı. İçinde çok fazla anı var; fakat düşündüğümde o kadarcık seneye, bu kadar anı nasıl sığdı inanılır gibi değil. Çok güzel, samimi bir sınıfımız vardı. Şimdi bile hepsiyle bağlantım vardır. Her bir sınıf arkadaşımın şu an kariyerinin hangi aşamasında olduğunu bilirim. Sanırım herkes birbirinden haberdardır. İlk yılında henüz çok anlamlandıramamış olsam da yaşadığım bazı olaylar beni kendime getirdi ve okula adapte olmayı başardım. O dönem Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu her üniversitede bir temsilcilik kurdu. Hem mesleki hem de sosyal gelişim için çok önemli bir adımdı üniversite temsilcisi olmam. Görmediğim yerleri görme, tanımadığım insanları tanıma imkanı tanıdı. Müzikten para kazanmaya ve yine bunları biriktirip yaz tatillerinde Türkiye’yi dolaşmaya bu yıllarda başladım. Henüz üniversite 2. sınıfta yayımlanabilir ilk makalemi “Menopoz Dönemindeki Kadınlarda Depresyon ve Anksiyete Duyarlılığı” başlığı ile yazdım. Akademik yazma becerileri hususunda o dönem Yrd. Doç. olan, Prof. Dr. Zihniye Okray’ın katkısı çok büyüktür. Sosyal bilimlerle aram çok iyi olmadan psikoloji bölümüne gittiğim doğrudur; fakat Zihniye Hoca’m sayesinde psikoloji, sosyal bilimlerden ziyade; analitik bir bilim haline gelmiştir. Ben de böylece sevmeye başlamıştım psikolojiyi. Daha sonra bu akademik yazılar devam etti ve mezun olmadan hemen önce sürekli hayatımda olacak iki şeyi birleştirerek ilk uluslararası yayımımı sundum. “Aşık Veysel Şatıroğlu, Neşet Ertaş ve Aşık Mahsuni Şerif Eserleriyle Foucault’cu Söylem Analizi Üzerine Bir Çalışma: Yaşam Doyumu ve Ölüm Arzusu Analizi” başlığıyla yaşadığım kültürü de yansıtarak bir psikanalitik inceleme çalışması ortaya çıkardım. Bu yayım da benim için bir dönüm noktası sayılır. Her bir ozanın yaşadıkları köylere tek tek giderek birincil kaynaklardan faydalanmaya çalışmıştım. Aynı çalışmayı bir de Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi’nde sözel bildiri olarak sundum. O sunumdan sonra Prof. Dr. Saadettin Yıldız’ın talebi üzerine yazı International Journal of Hümaniste and Education (Uluslararası Beşeri Bilimler ve Eğitim Dergisi)’da yayımlandı.
5) Geçmiş kariyerinizden bugüne neler var?
Geçmiş kariyerime de üniversite hayatımdan sonraki süreci anlatmayı istiyorum üniversite bittikten sonra askerlik görevimi gerçekleştirmek için 2017 yılında Samsun’da bulunan Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı’nda eğitime başladım. Buradaki eğitim tamamlandıktan sonra Ankara’da Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi’nde yedek subay olarak görev aldım. Jandarma ve Sahil Güvenlik personeli alımlarında mülakat komisyonlarında jüri üyesi olarak görevlendirildim. Akademideki birinci basamak muayene merkezinde kendi mesleğimi icra ettim. Bununla birlikte muhafız tabur komutanlığında da bir süre tim amirliği yaptım. Bu süreçte görev yerimdeki enstitü şartlarından da etkilenerek Üsküdar Üniversitesi’nde Adli Bilimler yüksek lisansına başladım. İstanbul maceram da böylece askerlik görevimi tamamladığımda başladı. Oraya geçtikten sonra yan dal olarak Klinik Psikoloji yüksek lisansını da yaptım. O süreçte Üsküdar, Bakırköy ve Nişantaşı semtlerinde psikolojik destek hizmetleri verirken, bir yandan da Üsküdar’da bir rehabilitasyon merkezinin kurum müdürlüğünü yaptım. Bu sırada Bahçeşehir Üniversitesi – Bilişsel Nöropsikoloji Anabilim Dalı tarafından kabul aldım. Pandemi sürecinin başlaması ve kentteki bazı problemlerden kaynaklı olarak Şanlıurfa’ya dönüp burada kendi kliniğimi açtım. Bu süreçte “Adli Bilimler ve Ruh Sağlığı” başlıklı henüz yayında bir kitap yazdım. Bir de onamını aldığım, madde bağımlılığı problemi ile başvuran bir danışanımın bu süreçte neler yaşadığını anlatan bir kitap çalışmam var; fakat üzerinden 5 yıl gibi bir sürenin geçmesini beklemekteyim. Çalışmaları da henüz devam etmekte. 2021 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Doktora Programı’na bir davet aldım; fakat İstanbul’a tekrar yerleşme gibi bir düşüncem olmadığı için bu süreç de yarım kalmış oldu. Bir dönem Psikoloji Alan Geliştirme ve Eğitim Kooperatifi Adli Bilimler Birimi sorumluluğunu üstlendim. Ruh Sağlığı ve Bağımlılıkları Araştırma Eğitim Derneği kurucu yönetim kurulu üyesiydim; fakat daha sonrasında iş değişikliği sebebiyle sivil toplum kuruluşları ile ilişkimi sonlandırdım. Bir yıl kadar Şanlıurfa ve Gençlik Spor İl Müdürlüğü bünyesinde Harran Üniversitesi Osmanbey Kampüsü’nde Göbeklitepe Erkek Öğrenci Yurdu’nda uzman psikolog olarak görev aldım.
Şu anda Diyarbakır’da Halk Sağlığına bağlı Göçmen Sağlığı Merkezi’nde Psikososyal Destek Birim Sorumlusu olarak görev almaktayım. Zaman zaman bazı basın yayın organlarında köşe yazarlığı yapıyorum. Şanlıurfa ve Diyarbakır’da zaman zaman psikoloji atölyeleri düzenliyordum; fakat buna artık yeterince zaman ayıramıyorum. Aynı zamanda hafta sonları Şanlıurfa’da ve hafta içi Diyarbakır’da klinikte ruh sağlığına dokunmaya devam ediyorum. Birçok seminerde ve konferansta konuşmacı olarak görev alıyorum. Bir sonraki konuşmam 18 Mayıs’ta Elazığ’da düzenlenecek olan Psikoloji Zirvesi’nde olacak, ayrıca “Kirli Balkon “ adı altında sosyal medya hesabımdan podcastler hazırlayarak bu sürece destek olarak kelime ve bilgi daracığımı geliştirdiğimi düşünüyorum.
6) Geleceğe yönelik kariyer ve hayat hedefleriniz nelerdir?
Geleceğe yönelik planlarım arasında akademik bir unvan ile ilerlemek söz konusu değil; fakat akademik yazın sayımı arttırmak istiyorum. Adli sosyal bilimler, davranışsal sinirbilim, klinik nöropsikoloji, sosyal psikoloji ve uygulamalı psikoloji alanlarında yayınlar sunmak istiyorum. Yarım bıraktığım kitap çalışmalarımı tamamlamak istiyorum. Psikoloji atölyeleri için tekrar vakit bulabilmek de keyifli olurdu. Ruh sağlığı okuryazarlığı alanında eksik kaldığımız kısımlar çok fazla. Bunların tamamlanıp daha sağlıklı bir gelecek oluşturmak hususunda yol almamız gerekiyor.
7) Ayrıca öğrencilere ve insanlara söylemek ve bilinmesini istedikleriniz nelerdir?
Öğrencilere söylemek istediğim şeyler çok vaktinizi alır; ama özet geçeyim:
İnsanlara da söylemek istediğim çok şey var ama orayı da özet geçelim…
Beyin sadece duyusal bilgi girdilerini toplayan, öğrenilen davranışsal tepkileri taklit etme görevi olan pasif bir muhafazadan ibaret değil. Ona gelen bilgiyi işleyip şekillendirerek veri haline getiren aktif bir sistemdir. Kullanınız. Bizi sadece var edenlerle yaşamaya çalıştığımızda, varlığımızı sürdürenleri göremeyebiliyoruz. Kendi düşüncelerimizi yaratmak mümkün. Bu düşünceleri Kabil gibi davranışa dönüştürmekten ziyade; anlam ve arayış üzerine oluşturmak daha sağlıklı olur. Hayatta hiçbir şey gelişigüzel değildir. Bu yüzden insanın kendini keşfi öncesi cesaretini toplaması şarttır. Çünkü terapideki yüzleşmenin ağırlığını, köpüklü latte sohbetleri kaldırmaz.
Psikoloğa gidip onun psikolojisini bozabilecek düzeyde ruhsal sancılar çektiğine inanan insanlar için üzücü bir haberim var: “Bizler bu ruhsal sancılardan doğum yapmış bireyleriz. Bu sebepten bizim psikolojimizi düşünmeyin. Hayatınızda ne yaparsanız yapın sancıdan öncesindeki hamleniz sizi kurtaracaktır. Önlersek, mücadele etmeye gerek kalmaz.”
Çocuk yetiştirme hususunda çocuk alanında çalışmayan bir psikolog olarak ufak bir öneride bulunmak isterim. Bence bazı bilimlerin gösteri dünyasına karışmış kısımları var. Gelişim psikolojisi de bu alanlardan biri. Çocuk coğrafyanın şartlarına göre yetişir, coğrafyanın ötesinde hayal kurar. Eğer biz hayali şartlarla ötesini tasarlamasını istiyorsak gerçeklikten uzaklaşan ve kendi yeterliliğini sağlayamayan yetişkinlerin alt yapısını kuruyoruz demektir.
Toplumla ilgilenin, toplumsal sorunları görmezden gelmeyin. Bireyselleşme bizi içler acısı bir sürece sürükleyecektir. Oysa empatiyi Kropotkin’in Anarşist Ahlak’ında karıncalardan öğreniyoruz. Koloniler halinde yaşayan dünyanın küçücük böcekleri soyları tükenmeden hayatta kalma başarısı gösteriyorlar. Bir karınca kadar olabiliriz. İyi gelenleriniz çok olsun. İyi’lik ve sevgiyle.
Yapmış olduğumuz söyleyişinde verimli bir şekilde bilgi alışverişi yaptığımız, benim çocukluk döneminde ve birlikte olduğumuz zamanlarda bilgisinden faydalandığım değerli abim Uzm. Psikolog Talip Sami’ye ahval köşesi ailesi olarak teşekkür ediyoruz bir sonraki görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.
Sevgi ve sağlık ile kalın
Ahmet Sinekli