Biz Yörüklerin oturmaktan anladıkları şey yemek yerken bağdaş kurup sofraya oturmak, çay içerken de duvar dibindeki bir hasır yastığa ya da bir tahıl çuvalına yaslanıp bacaklarımızı öne doğru uzatmaktı. Hatta çift çubuk işlerinden sürekli yorgun düşen babamız için oturmak, koltuğunun altına ikiye katlanmış bir yastık koyup yan gelip uzanmaktı. Annemiz, babamızın bu dirsek keyfi oturuş şekline uzun oturmak derdi. Tek göz odamızda sandalye, koltuk veya oturma grubu gibi eşyalar için yerimiz yoktu. Çünkü o oda bizim hem mutfağımız hem oturma odamız hem de yatak odamızdı.
Altmışlı yıllarda köy evlerinde bile hemen hiç sandalye bulunmazdı. Bir köy düğünü olduğunda, gelin hanım nedimeleriyle birlikte gelin sandığının üzerinde otururdu. Bizim evimizde de annemizin minik bir gelin sandığı vardı. Sandık o kadar küçüktü ki “Gelincik Sandığı” desek daha doğru olurdu. Gelincik sandığı, odamızın bir kenarını boydan boya kaplayan buğday ambarının önünde durur, ambarın üzerine uzanmak için basamak gibi kullanılırdı. Bazen ablalarımdan birisi gayrı ihtiyari birkaç dakika sandığın üzerine oturup dinlense, annemiz hemen “İşine baksana sen. Gelin gibi ne süzülüp duruyorsun sandığın üzerinde” diye çekişirdi.
Yetmişli yıllarda siyah beyaz televizyonlar hayatımıza girdi. Tek kanallı TRT televizyonunda bazen Alaska, Kanada veya kuzey Avrupa ülkelerinin birisinde çekilmiş siyah beyaz filmler gösterilirdi. Yaşlı bir adam, ormanın kenarındaki kulübesinde etraftaki kütüklerden yapılmış ilkel bir sandalyeye otururdu. Bazen bu sandalye, gıcırdayarak esrarengiz sesler çıkaran bir sallanan sandalye olurdu. Yaşlı adam, elindeki kocaman kahve fincanından bir yudum aldıktan sonra fincanı önündeki aynı kütüklerden yapılmış hantal bir masaya bırakırdı. Her zaman yerdeki bir çulun, kilimin veya keçenin üzerine oturmaya alışkın olan bizler, batılı ülkelerin köylüleri bile bizden daha kültürlü diye düşünürdük. Hiç değilse adamların oturacak bir sandalyesi vardı.
Sonraki yıllarda eli keser testere tutan bazı komşu amcalar, ormandan kestikleri ağaçlardan kahvehane sandalyesine benzer birer sandalye yaptılar. O ilkel sandalye artık Yörük beyinin makam koltuğu muamelesi görürdü. Bu Yörük damlarına kazara siyah beyaz fotoğraflar çeken bir fotoğraf makinası uğrasa, evin reisi küçük çocuklardan birisini kucağına alarak makam sandalyesine oturur, etrafında da eşi ve boy boy çocukları ile aile fotoğrafı çektirirdi.
Kırsaldaki mütevazı yaşantımızda bir sandalyemiz, koltuğumuz ya da oturma grubumuz yoktu. Dolayısıyla belli bir oturma kültürümüz de gelişmemişti. Ama biz yine de, yazın yaşa kışın taşa oturulmayacağını iyi bilirdik.
Sevgilerimle.
Necati KüçüK
( Az Efe )