
Ayşe Can
Bazen bir kapı aralanır da içeriden yalnızca loş bir ışık sızar, parlak değildir, göz kamaştırmaz, hatta ilk bakışta fark edilmez bile. Ama insan, o ışığın içinde kendine ait bir şeyler olduğunu hisseder. İçine doğru bir adım atar, kabuğunu usulca bırakır, yükünü hafifletir. Benim için “iyi ki varsın” demek, işte o loş ışığın içinden kendime doğru yürüdüğümü fark etmek gibidir. Gürültüsüz, gösterişsiz ama derinden sarsıcı.
İyi ki varsın… Bu cümle, dilin en sade ama en ağır hediyelerinden biridir. Birine söylendiğinde, kalbinin bir yerini usulca onarır, insan kendi varlığının bir başkası için anlam taşıdığını öğrenir. Kimine göre bir teşekkür, kimine göre bir itiraf, kimine göre ise bir dua kadar kıymetlidir. Çünkü bu iki kısa kelime, bir ömrün en uzun yalnızlıklarını bile susturacak güce sahiptir.
Hayat, bizi kimi zaman birbirimize rast getiren bir rüzgâr, kimi zaman ayıran bir sessizliktir. O rüzgâra da o sessizliğe de teşekkür etmeyi öğreniriz zamanla. Zira her karşılaşma, insanın iç çizelgesine işlenen bir yer değişimidir. Senin yoluna düşen biri olur, belki bir bakışla, belki bir cümleyle, belki de sadece varlığıyla senden bir parçayı uyandırır. İşte o anda diline kendiliğinden düşen söz: “İyi ki varsın.” dır.
Ben bu cümleyi ilk defa içimden geldiği gibi söyleyebildiğim günü hatırlarım. Öyle özel bir günü ya da olağanüstü bir olayı işaret etmiyordu. İçinde bulunduğum zamanın ağırlığı bir anlığına durdu, nefesim, kalbimi yormadan ilerledi, gözlerim, karşımdaki insanın yüzünde saklı duran iyiliği daha önce fark etmediğim bir açıklıkla gördü. O an, kelimeler dilimin ucunda sıraya girmiş gibiydi ama en öne geçen hep aynıydı: “İyi ki varsın.”
Bu cümlenin güzelliği, içinde beklenti taşımamasıdır. Bir teşekkürün aksine karşılık istemez, bir itirafın aksine risk barındırmaz. Yalın bir kabul gibidir. Bir insanın iyi oluşuna duyulan saygının, içten bir sevincin, hatta bazen hafifçe sızlayan bir özlemin fısıltısıdır. “İyi ki varsın” derken aslında şunu söylemiş oluruz: “Hayatın içinde karanlık çok, ama ben senin ışığını gördüm.”
Kimi insanlar hayatımıza kısa süreliğine uğrar, izleri hafif olur ama yine de silinmez. Kimi insanlar ise yerleşir, adımlarımızın ritmine karışır, zamanla içimizde yeni bir oda açarlar. Onlara “iyi ki varsın” demek farklıdır. Daha ağırbaşlı, daha derinden, daha kenetleyicidir. Çünkü onların varlığı, zamanın en hoyrat anlarında bile sığınacak bir hatıra bırakır insana.
Bazen kendimize de söylememiz gerekir bu cümleyi. “İyi ki varsın”ı sadece başkalarına ayırdıkça, kırılgan bir yanımızı sürekli ertelemiş oluruz. Oysa insan, kendine varlığının değerini hatırlatabildiği ölçüde başkasının varlığını layıkıyla takdir edebilir. Kendi içimizdeki kırılganlıkları, sessizlikleri, yorgunlukları da duymalıyız. Çünkü bir başkasına “iyi ki varsın” diyebilmenin yolu, önce kendimize aynı şefkati göstermekten geçer.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu cümlenin hayatımda biriktirdiği tüm yüzleri, sesleri, izleri görüyorum. Kimi uzakta, kimi yakında. Kimi solumda duruyor hâlâ, kimi yıllar önce sönmüş bir yıldız gibi hafızamın derinliklerinde. Ama hepsine aynı cümleyle bağlıyım: İyi ki varsınız. Çünkü insanı insan yapan, kendi ömrünün içindeki diğer ömürlerle kurduğu bağdır. Bu nedenle, her insanın kalbinde gizli bir masa vardır. Yanında oturanlara söylenmiş cümlelerden çok, söylenemeyenlerin ağırlığıyla dolu. O masanın üzerindeki tek gerçek, yıpranmayan, zamana direnen cümledir: İyi ki varsın.
Şimdi bu satırları yazarken, kalemimin ucundaki bütün tereddütler, bütün çekinceler, bütün kelime yorgunlukları duruyor. Ama içimden yükselen ses aynı: “Eğer bu dünyada birbirimizin yorgunluğunu biraz olsun hafifletebiliyorsak, eğer birinin karanlığında küçücük bir ışık olabiliyorsak, başka hiçbir şeye gerek yok.”
İyi ki varsın. Bence bu cümle, insanlığın birbirine bırakabileceği en temiz izdir.
Ayşe Can