Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

İNSANLIĞI EMZİREN KAYA

İNSANLIĞI EMZİREN KAYA
29 Eylül 2023 14:05
272
A+
A-

İNSANLIĞI EMZİREN KAYA

Bir suyun, bir kayanın altından fışkırması aslında bilenler bilir Dicle nehri demek istiyorum başlığımla, Dicle nehrinin ilk çıkış yeri bir kayanın altı, yaşam olup aktığı yer bir kayanın altıdır. Aslında Dicle yüzyıllar boyu aktığı her coğrafyaya yaşam götürmüştür. Şöyle de bakabiliriz isyanı Dicle başlattı, ona küçük akarsular katıldı büyük bir direniş olup çıktı. Tabi her şey yazılır Dicle üzerine, her yandan bakabilirsiniz ve her yöne bir düşünce ile bağlayabilirsiniz. Dedik ya Dicle yaşam olup aktı diye ama bazen ölüm olup sustu da, Diyarbakır’da kan kırmızı karpuzlar bırakırken, Cizre’de kanla boyanıp ölümüne aktı. Yani sadece yaşam olmadı, isyan oldu, cephe oldu, siper oldu, sınır oldu, kavga oldu en çokta büyük bir direnişin sembolü oldu.

Hani eskinin güzelliğinden bahsederler ya geçmişi yad eder ya atalarımız, her nesil nehrin kenarında suyu bulandırmak için elinden geleni yaptı. Yoksa eskiden onun için ekmek kokusu vardı, toprak bereketliydi, kadınların memeleri süt beyazı gibiydi, erkeklerin sesi bülbülü kıskandıracak güzellikte, kadınların saçı kokar, erkeklerin bıyıkları gör ve parlıyordu. Şarkılara konu olan elmalar, elmanın güzelliğini kadının göğüsleriyle özelleştiren dengbejler hepsi aslında Dicle’nin bıraktığı güzel ve özel olan kavramı, canlıyı, can bulmuş bir bedeni ve aşka tutuşmuş yürek dolu kelimelerin Dicle gibi akıp gitmesindeydi. İlk aşklara orda şahit olundu. Çocuk gelinlerin düğünlerindeki zılgıtlara kulak kapatıldı. Bazen yağmurun zorbalığıyla daha yüksek ve sinirli akıp önüne geleni yıktı ama her güzelliğin elbet bir kusuru vardır. Ferhat kavrulmuş bedenini serinletirken, Zeynep Dicle’nin kenarında yün yıkarken sulu bakışlarla çığlıklar mağaraların içlerine dikildi. Şimdi var mı öyle özelikler ve güzellikler her şeyi boyadık, süsledik, üfledik, katladık geriye sadece fotoğrafların siyahına beyaz olan özgür gülüşler, anıların ölümüne şahit olan özlemler kaldı. Trajedik bir senaryo oldu belki söylediklerim ama gerçeğin ta kendisi bence. Tabi siz okuyanlar benimle hemfikir olmayabilirsiniz. Bir bardak su için de kuruyan boğazınız suyun yaşamına ersin tabi Dicle’nin kıyısında bu yazıyı okuyanlara tarihi bir anı olur yazdıklarım, tarihi anı diyerek abarttım ama sizde bu kadarını az görmeyin o kadar şey yazdık.

Bir suyun kayanın altından gelmesi neyi çağrıştırıyor? Sizce Allah kaya gibi sağlam, su gibi berrak bir yürek ve suyun akışı gibi hep umutlu olun mu demek istiyordu! Mesela Dicle ismini nereden almıştı. Acaba aşık biri Dicle adındaki sevdiğini kaybedip su boyunca gelip “Dicle, Dicle” diye sayıklayıp sonra ölüp sevdiğinin ismi halk tarafından bu suya mı verildi. Belki de onunda ismi Fırat’tı. Belki de ondandır iki nehir sabırla kilometrelerce akıp sonra bir olup aktılar ve insanlar bunu aşka yordu. Buda benim yakıştırdığım bir hikâye olsun umarım mantıklı gelmiştir. Biraz çocuksu oldu ama malûm eski insanlar gibi düşündüm.

Eski demişken bizimkiler baraj yapılmadan önce Dicle’nin eski heybetinden çok bahsederler. Ne hikâyelere, gülüşlere, sevişmelere, şarkılara, ölümlere şahit olmuş. Nenem bir şeyler anlatırken nene bu olay nerede yaşanmış dediğimde hep Dicle’nin yukarısında olan olaylar derdi. Kim söyledi ki size derdim, oradan buraya, “kelekçi” derdi. Onlar kim derdim. Askeriyenin bir kolu mu ne? Basardı kahkahayı. Meğerse Dicle’nin yoldaşlarıymış, Dicle’den ekmeklerini çıkarırmış kelekçiler su üstünde eşya taşır, balık tutarmış. Dicle aktığında olayları da getirir, dilleri de kaynaştırırmış. Eşeklerle köye su taşıyan altı, yedi yaşındaki çocukların uykusuzluğuna şahit olmuş. Doğan çocuklar için ateşin üzerinde bir leğende kaynamış, babalara ilk müjdeyi o vermiş. Kerpiç evlerin harcına, beton evlerin kumuna yuva olmuş. Kısacası eski medeniyetler boşuna suyun koynuna sokulmamış yoksa bize gebe kalmazdı insanlık.

Sonra koca dağları yıkıp, aralarına duvarlar örüp barajlar yapıldı. İnsanlar iş gücünü farklı bir kolda gördü, parayı gördü. Baktılar para daha karın doyuruyor, köyü Dicle’yi terk edip yol aldılar. Giden gidene, arkasına takılan gitti. Sonra geriye ne kaldı! Haps olmuş bir su, enerjinin altında kalan anılar ve birbirine yakın evlerin birbirinden ayrı dünyası olan sahipleri oldu. Şimdilerde ise herkes eskiyi arar oldu. Nerede eski balıklar, nerede eski yağmurlar, karlar, insanlar, hayvanlar, ekinler, biri çıkıpta üç, beş kuruşa biz sattık diyemiyor. Diyebilir mi? Belki de önümüzdeki bahara…

FERHAT KAYA

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.