Geçen günkü yazımda bir edebiyatçının konferansından bahsetmek istedim. Ama hazretin konuşması daha bitmeden zaten salonu terk etmiştim.
Edebiyatçı oldukça kötü bir yazar idi. Ve edebiyatı da kötü bir edebiyat idi. Konuştuğu edep güllük gülistanlık değil, kah iç karartacak kadar utandırıcı, kah yolunda gitmeyen bir dönekliğin tedirginliğine dönüşmekteydi… Bir kasabın fiyat listesi, bir sokak kabadayısının ağzındaki sakız gibi yumuşayıp seviye kaybetmekteydi adeta… Galiba edebiyatımıza yakışmayanlar ağızdan ağza çiğnenip atılan sakız gibi çiğneyenin bu akıl kabul etmez bilgisizliği son döneminde zirve yaptı. Daha önce edep yerli yerinde daha doğrusu okur-yazar denen sınıfların hepsi hallerinden memnun idiler. Aslında böyle aydın geçinenlere kırgın değilim ama attığı her yanlış adımı da onaylamam ki. Belki suçlamamın da faydası yok derken, koşacağız ve karşı çıkacağız. Belki düşeceğiz ve yaralanacağız. Ama kalbimizin duracağı bahtiyar güne kadar koşmaktan ve yaralanmaktan başka da çaremiz kalmadı.
Bir arkadaşım vardı. Bu arkadaşım İngiliz hayranıydı. Ve hayran olduğu yere gitti. Gittiği yerde baba parası yiyerek gençliğinin kurtlarını döküyordu. Kurtlarını döktüğü memleketin başkenti Londra’da yıllarca avare dolaştı. Nihayet orada bir sanatkarla tanıştı. Bu sanatkar Hint asılı bir İngiliz idi. Hint asıllı yazar öyle iyi niyet ve inanç sahibiydi idi ki arkadaşım kendi kendinden utandı. Utandığı ana kadar çeşitli mabetlerde dolaşmış ve her mabette de parmak atmışken, tanıştığı yazar sayesinde hidayete erer gibi o da edebiyatçı oldu. Haşarı çocuk birdenbire kendine inandı ve yazı yazmaya başladı. Vahdet gibi birçok düşünce kervanına katılmışken, bu inancın nasıl oluştuğuna ailesi de hayretle karşıladı. Oğullarını irşat eden ve sanata kavuşturan bu edebiyatçı delikanlı için deli mi diyeceklerdi yoksa dahi mi onlar da bilmiyorlardı. Bu dahi genç gayet ciddi ve gayet samimiydi. Bu çiçeği burnunda delikanlı İngiltere’nin tam tersine sadece kendi vatandaşlarının hayranı değil, her dinin ve her anlayışın kolaylıkla yer bulacağı Hindistan’a aşıktı. Aşık olduğu yer kendisi için karar verme mevki olmuştu. Bu mevki Londra’da da olsa hayatının dışında tutulamazdı.