Bilindiği gibi kapitalist bir düzen içinde yaşıyoruz. Kapitalist sistem tüketimi destekleyen ve insandan sürekli tüketmesini bekleyen bir sistemdir. Tüketim geçmişten günümüze kadar süregelmiş bir olgudur. Tüketimin olmadığı bir dünya düşünülemez. Tüketim dediğimiz olgu, içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda nasıl evrimleşti? İnsanlar yalnızca ihtiyaç doğrultusunda mı tüketiyor? Tüketimi kolaylaştıran kartlı ödeme sistemi, verilebilecek tüm cevapların olmazsa olmazı konumundadır.
Eğer çok eski yıllarda tüketimin tanımını yapıyor olsaydık, bu kuşkusuz daha basit olurdu. Bunun sebebi olarak elbette gelişen teknolojiyi ve beraberinde ortaya çıkan ödeme araçlarını gösterebiliriz. Gelişmeyen, değişmeyen her şey bir süre sonra toplumda etkisini hatta belki varlığını kaybeder. Çünkü değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Her değişim, ardından bir başka değişimi getirir. İnsanoğlu da bu değişime en iyi ayak uydurabilen varlıktır. Tüketim artık insanın yaşamsal pratiği haline gelmiş durumda. Ödeme sisteminin bilinen tarihin ilk dönemlerinde takas iken sonraki dönemlerde bu önce paraya, daha sonrasında ise çipli dikdörtgen kartlara kadar uzanan çok uzun bir yolculuğu var. Tüketim araçlarının yıllar içinde gelişmesi insanoğlunun daha kolay tüketmesine imkân verdi. Özellikle son zamanların gözdesi haline gelen kredi kartına olan talep her sene artmaya devam ediyor. Nakit yerine kartla ödeme fikri ilk olarak 1887’de Amerikalı yazar Edward Bellamy’nin “Geriye Bakmak veya 2000 Yılında Yaşam” adlı romanında kaleme alındı. 1950’de, Edward Bellamy’nin romanından tam 63 yıl sonra, Frank Mcnamara bugün kullandığımız kredi kartlarının ilk örneği olan ‘Diners Club’ kartını tanıttı. Böylece tüketimi kolaylaştıran kartlı ödeme sistemi insanın hayatına dâhil oldu. Fakat bu sistem sadece kolaylık sağlamakla kalmadı. Tüketimi çok başka bir boyuta taşıdı. İnsanların tüketim alışkanlıklarını bir nebze olsun değiştirdi.
Tüketme eyleminin hayati fonksiyonların sürdürülmesi konusunda önemli bir yerinin olduğu su götürmez bir gerçektir. Fakat daha önce dediğim gibi, kapitalist düzen içinde tüketim farklı bir boyut kazanmıştır. İnsanların artık sadece tüketmek için tüketmeye başladığını görmek mümkün. Sahip olma duygusunun verdiği haz, insanı daha fazla tüketmeye teşvik etti. “Tüketmek için tüketim” olgusu Herbert Marcuse’un “Tek Boyutlu İnsan” kitabında bahsettiği sahte ihtiyaçlarteorisine dayanmaktadır. Marcuse, tüketim toplumu ve tüketim kültürünün, bireyleri tüketime dayalı yaşam biçimlerini “satın almaya” zorlayan “yanlış ve sahte ihtiyaçlar” ürettiğini ileri sürmüştür. Eğlenme, reklamlara uygun olarak tüketme, diğer insanların sevdiği şeyleri sevmek ve sevmediklerini sevmemek, bu sahte ihtiyaçlar kategorisine girer. Aslında birey derin bir manipülasyon aracılığıyla bu tür ihtiyaçlara sürekli olarak yaklaştırılan bir kitle toplumu tarafından kuşatılmıştır (Şan & Hira, 2004:10). Böylece tüketim ihtiyaç olmaktan çıkıp, insanlara dayatılan bir olgu olmaya doğru evrimleşmiştir. Elbette ihtiyaçlarımız için tüketmeye devam ediyoruz. Fakat 21. Yüzyılda ihtiyaç doğrultusunda gerçekleşen tüketim arka plana atılmış, birincil bir ihtiyaç türü olarak bile görülmemektedir. Yani ihtiyaç artık tikel bir nesneye duyulan ihtiyaçtan ziyade, bir farklılaşma ihtiyacıdır. Tüketim toplumunda insan artık sahip olduğu nesneyle tanımlanmakta ya da o nesnede insanı tanımlama eğilimi yoğunluk kazanmaktadır. Nesnenin kendisinde bu anlam yoktur, ona bu yüklenmiştir. En nihayetinde söylenebilir ki tüketim, artık insanların kim oldukları, kim olmak ya da hangi gruba ait olmak istedikleriyle ilgili duyarlılıklarını ve bu duyarlıkları korumalarını sağlayan yöntemleri etkilemektedir (Senemoğlu, 2017:75). Yani tüketim kimlik duygusunun gelişimini çevreleyen olgularla iç içe geçmiş bir durumdadır.
Bu durumu Bauman’ın “aitlik” kavramı ile bağdaştırmak istiyorum. Aitlik duygusu her bireyin ihtiyacı olduğu bir olgudur. İnsanlar kendilerini bir yere ait hissettiklerinde, bu onları rahatlatır. Bir grubun üyesi olma ya da statü belirleyicisi olan unsurlardan biri de kıyafetlerdir. Bauman’a göre moda herkes tarafından erişilebilir olduğu için, elbise geleneksel ayrımcı işlevlerini kaybetmiş durumda. Bauman, giyimdeki yeniliklerin zaman içinde sosyal anlamlarını değiştirdiğine vurgu yapar. Kıyafet, topluma verilmesi amaçlanan bir mesajın sembolüdür. “Bak, ben buraya aitim.” mesajının verilmesi arzu edilir (Bauman, 2018:84). İnsanların tüketme sebeplerinden biri de bu mesajı verme çabasıdır desek yanlış olmaz. Kredi kartı da insanları aynı gruba ya da statüye koyabilen bir araçtır ve bunu “kolay erişilebilirlik” özelliği ile yapar. Gelirlerinin çok üzerinde bir fiyatı olan ürüne sahip olarak, bireyler oluşturmak istedikleri “sınıf” algısını kredi kartı yoluyla başarı ile topluma verir. Yani, mesaj verme amacı için kullanılan kıyafetler ile o kıyafetlere ulaşabilmek için kullanılan kredi kartları arasında direkt olarak olmasa da, dolaylı yoldan bir bağ vardır.
Evrimleşmiş tüketim ideolojisi insanların sahip olma anlayışlarını da değiştirdi. İnsanlar artık mesaj verme ya da spesifik bir gruba ait olabilme duygusu doğrultusunda tüketiyor. Tüketim toplumu içinde bireyler ürünleri satın alma ve sergilemenin prestij getirdiğine inanmakta (Baudrillard, 2021). Bu değişimin başrolünde ise kredi kartı oynuyor. Çünkü kredi ile tüketim arasında kuşkusuz bir bağ vardır. Kredi kartının tüketim toplumuna sunduğu kolay erişilebilirlik özelliği, toplumda sınıfsallığı bile ortadan kaldırabilir güce sahip. Nesneler artık insan ilişkilerinde önemli rol oynuyor. Toplumda konuşanlar artık insanlar değil, sahip oldukları nesnelerdir.
Büşra YÖNEL
KAYNAKÇA