Her gün yazı yazılmıyor. Her saat başı da okuyucuya yazı yetiştirilmiyor. Yazarın da kendine göre bir eşref saati var… Ben de bu eşref saatimi bulmayınca yazı yazamıyorum. Ne baharları getiren çiçeklerim açıyor, ne de kışın tane tane karları döktüren gökyüzüm beyaza boyanıyor. Evet, her an yazı yazılmıyor… Çünkü yazarın da kızgın ve küskün olduğu anları var… Küskün ve kızgın olduğu zaman yüzünde ne tebessüm, ne de gülümsemeye benzer bir sevgi… Açıkçası küskün iken, yazılacak yazılar kin ve nefret… Kavga ve nefret saçan yazarların kapısını kim tıkırdatma cesaretini gösterebilir? Ben bu bilinçte iken memleketimi isteyerek tenkit etmek istemiyorum. Ama tenkit etmek istemediğim memleket kendini tenkit ettiriyor… Ne yazık ki tenkit yerinde, memleketim de geride kaldığı yerde… Geride kalan memlekete herkes zengin olmak istiyor. Zengin olmak isteyenler tabi ki etrafındakileri de fakir görmek istiyor. Yoksa zenginliğin ve ayrıcalığın keyfi çıkmıyor. Açıkçası keyfiyle yaşarken, başlıyor kendi kendisiyle günahkar olmaya… Memleketimdeki günahkarlara yazı yazmak… Yazmak istediğim yazı yazılmıyor? Günahkarlar yazıdan ve yazılandan anlamaz derken, hiçbir heves yok içimde. Beni tatmin edecek hiçbir konu yok önümde. Önümdeki kağıtlar günahkarlarla dolup taşırken, zihnim karmakarışık ve durgun… Zihnimde titreşen fırtınalar var. Bu fırtınalar nasıl ve ne zaman dinecektir? Bilemiyorum. Şu an hiçbir şey bilmiyorum. Kedi gibi yaşamak, ağaç gibi kurumak… Ben ne bir kedi, ne de kuruyan bir ağaç gibi yaşayabilirim. Duygusallıktan kurtulup, akılla başlayan gerçeklere tutunmak istiyorum. Ama istediğimi birer dal yapmak isterken, dallar benden uzaklaşıyor. Kaçanları yakalayamazken, seçme hakkım da kalmıyor. Gerçekler… Ve sonrakiler? Sadece kendilerine zenginliği ve paranın barışını isteyen çıkarcı gruplar… Onlarla acaba kaç gün yaşadım? Çıkarcılarla yaşasam da toplumdaki herkese barış istedim. Bir tek benim barışı istememle barış olmuyor… Ne barışı? Barış bir seçiş idi. Barış seçilemedi. Benim karşıma hep çıkarcı egoistler çıktı. Biliyorum, belki çıkarcılarla savaş benim için eski tanıdık ve eski bilinendir… Ama bu menfaatperestlerin ne savaşını, ne de barışını kabulleniyorum. Peki dürüstlük bakımından ismim tescillenmiş midir? Hayır. Bazı dostlarıma göre; bugünün şartlarında dürüstlük büyük bir ahmaklık… Onlara göre ahmaklık olan nedense benim için kutsal bir görev olmaktadır. Kutsal görevim dostlarıma barış ve kurtuluş dolu yazılar yazmak. Ve yazmakla bana benzeyen dostları kendi sayfalarımda bulmuş oluyorum. Az bulduklarımla arkadaş olmak isterken, istenmeyen çoğunluktaki arkadaşlardan ayrılışın başlangıcını başlatıyorum. Daha doğrusu kaderin çıkardıklarını değil de, kendi bulduklarımla dost oluyorum. Az ama hepsi barış içinde yaşamaya hevesli… İyi niyetli ve vatansever hepsi… Şimdi candan ve hepsiyle birlikte kol kola bulduğumuz eşref saatiyle zor olan barışa doğru koşuyoruz. Kurtuluş için umut var mı? Evet, zor da olsa kurtuluş umudu var. Öyle ise; Allah var, gam yok.