DELİBAN Ali Rıza Navruz … /Tâ/ Elde yağmur, Lastik altında kıvrılan yol… Yol ve yağmur kaktüs olup battılar… Ayazı can yaşadı, teri kan! Bir köşe kapmacada imkân, Sızlaştı… Bir sızı işledi can içre! Bir gömlek düğmesinde değil miydi deliban? İşte böyle kurban; An var diye şeytana da uyulmaz ki! Yarasalar...
Lavaboya baktım. Bir tarafta çay taneleri, bir tarafta balık kılçıkları, diğer tarafta soğan kabukları. Neler yenmiş böyle, neler içilmiş? Kalabalıklardı herhalde; yoksa lavabo böyle dolu olur muydu? Dışarıda çöpçü, çöpleri karıştırıyor. Ellerinde eldiven, kafasında poşetten uyduruk bir şapka, diz kısmından yırtılmış bir pantolon, yanları delik bir ayakkabı. Yokluyor eliyle çöp...
Ağır hasarlı ve kanamalı Bir yüreğin neşteridir kalem.. Dert ortağı satırların aralarına sıkıştırır Ruhunun ve duygularının yangınını.. Kötürüm bir hastanın reçetesini ise,, Taşır o cefakâr beyaz kâğıt.. Şair kalbinde saklasa dile düşen cümleleri,, Dolar taşar gün gelir heceleri.. Ve feryat olarak dökülür gönüllere lime lime,, Hiç taze bir gün doğmamıştır...
Hayatımız değişti. Değişen hayatımız gösterişin istilası altında. Bu haramzade merak bir harami sessizliğiyle hayatımıza girdi. Tek hakikat ona hepimiz alıştık. Ve alıştığımız meraka nezleye yakalanır gibi kapıldık. Kapıldığımız gösteriş merakı karşımızdakinin iffet ve haysiyetini kırmak oldu. Karşımızdakini incitmek için günün her merhalesinde bu merakı yaşatıyoruz. Yaşatırken, bu hastalık edebin olmadığı...
Doksanlı yıllardı. Karadenizli bir aileye damat olmuştum. Ama bu Karadenizli aile Karadeniz’de değil de İstanbul Yakacık’ta yaşıyordu. Yakacık İstanbul’un en yüksek bölgelerinden birisiydi. Ve de en yeşil. Güzel içimli sularıyla ünlüydü. Tarihi Ayazma çeşmesinden başlayarak doğuya doğru uzanan sokağa Şeker Suyu Sokağı deniliyordu. Bu sokak üzerindeki pek çok istasyonda akaryakıt...