Yedi numara gaz lambasının ışığında doğurmuş beni anam gecenin bir yarısı, ahır sekisinde.
Üç gün, üç gece doğum sancıları çektim; uykuyu tüneği unuttum. Ben yine de şanslıyım, üç günün sonunda da olsa sağ salim doğum yaptım. Delalinden allah razı olsun onun ellerinin uzluğu ebeliğindeki ustalık olmamış olsa belki ben de bacım Yosma gibi çocuk üzerinde kalırdım diyordu.
Güz soğukları, özelliklede gün akşama dönerken varlığını iyice hissettirmeye başlar bizim buralarda. Herkesin bildiği yerleşik bir deyim vardır. “Ağustos ayının yarısı yaz, yarısı kıştır” diye. Bu deyimi perçinler nitelikte sahiden de havanın rengi değişiverdi birden.
Harmanlarda nerede ise dövenler durmuş, köylü kalan son tınazlarını savurmak için poyraz yelinin esmesini bekliyordu. Harman işlerini bitirenler, çetenlerini kurmuş saman ve saçkılarını evlerine taşımaya başlamışlardı. Sana doğum sancıları çektiğim zamana gelince; Ağustos ayının sonu mu desem, eylül ayının başı mı desem pek çıkaramıyorum. Koçlar kınalanıp boyanmış, koç katımı da yaklaşmıştı zahir öye bir şeyler var hatırımda. Doğumundan bir kaç gün sonra mektep uşağının da mekteplerine gitmeleri için muhtar tellal çağırtmıştı. Muallim geldi bekçi ile ev, ev dolaşacaklar okuma yaşı gelmiş çocuklarınızı mektebe kaydını yaptırın diye. İşte bu zamanlarda doğdun. Ayını, gününü sorma bana, sorsan da bilmiyorum zaten. Ha, okul kaydı yaptırmayanlar mahkemeye verilecek diyordu tellal…
Bu kadar teferruta aklın eriyor hatırlıyorsun da, bir doğduğum ayı, günü mü hatırlamıyorsun a benim iki gözüm canım anam?
Ne bileyim oğul, iste toyluğuma ver; iste cahilliğime durum bundan ibaret.
Necati Açıkgöz