Biraz geçmişte yolculuk yapmaya ne dersiniz?
Yetişkin olmadan evvel bebeklikten sonra geldiğimiz zamanlar. Herkesin kıyısında köşesinde, elinde eteğinde, özlediği anları olmuştur. Bazen okunan kitabın bir cümlesinde kucaklar sizi, bazen bir gülüşün yadsımasında ya da bir çocuğun kahkahasında gizlidir o duygular. 90‘ların çocuğuyum ben, bilenler bilir. Dönen salıncakların, gazete kâğıdında yenilen çekirdeklerin, bir çubuğa sarılan macunların, akşam olduğunda mahallede içilen o çayların kokusunda büyüdüm. Güzeldi o zamanlar. Belki de biz güzel bakıyorduk hayata.
Her pazar akşamı gürül gürül yanan sobanın yanında leğende yıkardı annem beni ve kardeşimi. Taranırdı saçlarımız, örülürdü ve süslenirdi en güzel tokalarla. Temiz severdik vesselam. Hele bir de bayrama beş kala gelen o heyecan yok mu?
Yoklukta büyüdük belki ama en güzel şeylere sahiptik. “Arefe böceği” derdi annem. Sanki yeniden doğurmuş gibi pirüpak ederdi beni kardeşimle, çocukluk işte.
Belki de bu hayatın en yalın hali. Sabahın en tatlı yüzüne gülümseyen ışıklarıyla başlardı bayram.
Nerede o bayram dedirtiyor şimdilerde insana.
Yaşlıdan gence, büyükten küçüğe oturulurdu kahvaltı sofrasına. Hep bir ağızdan çıkan sohbete kahkaha eşlik ederdi. Kimisi çantasını alır, kimisi ise ellerinde poşetiyle tüm mahalleyi karış karış gezerdi. Bayramların çocuğuyduk biz.
Bir elimizde madeni para, diğerinde şeker çikolata…
Sahi şimdiki çocuklar ne durumda. İnanın bana üzülür oldum. Eli taşa değse ahlar vahlar, kızılca kıyameti koparan analar babalar. Yahu biz mi çocuk olamadık acaba. Üstümüz başımız çamur içinde elde bir kuru ekmek ve bir matara su ile mahallenin dört bir yanında saklambaç oynayan nesildik.
Sanırım görünmez olduk saklandığımızda.
O değil de aslında biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Şimdiki çocukların elinde telefon, bilgisayar, tablet. Sorsan teknoloji çocuğu işte diye başlayan bir cümle ve biz yaşayamadık, onlar yaşasın ile devam eden birçok söylenti sıkıştırılır araya.
Çocuğun elinden çocukluğunu alırlar hâlbuki.
Biz sokaklarda büyüdük vesselam.
Ne bir eksiğimiz oldu ne de bir fazlamız. Ayşe’nin oğlu Mehmet de eşitti bana Mehmet’in kızı Zeynep de. Yarışmıyordu o zaman markalar.
Şimdi hepimiz hayatın bir yerlerinde. Kimimiz öğretmen, doktor, mühendis oldu. Kimimiz fabrikada bir işçi. Ne zaman denk gelse yüzlerimiz birbirine bakışlarımızla belli ederiz o özlemi. Şimdikiler pamuklara sarmalanıp sarılıyor. Aslında bu konuda ebeveynlere sitemim benim. Bastırılmış isteklerinizle önüne dünyaları serdiğimiz çocuklarınıza iyilikten çok kötülük ediyorsunuz. Ya farkında değilsiniz ya da farkında olmak istemiyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde Özgür Bolat’ın bir konuşmasına denk geldim. Bir soru yönlendirdi sunucuya.
“Bir çocuk düşünün. Edebiyattan 90 almış matematikten ise 30. Siz olsanız bu çocuğun hangi alanda destek almasını isterdiniz?”
Sunucu cevapladı: “Hangi dersi kötü ise o konuda destek almasını isterim.” Özgür Bolat dönüp şöyle dedi.
“Diğer ülkelerde tam aksine başarılı olduğu derste destek verilir.”
Bu şu demek oluyor. Hangi derste başarılıysa onu desteklemek o alandaki başarısını daha da geliştirmek. Farkında olmadan bizler çocuklarımıza “sen eksiksin, bu konuda yetersizsin” mesajını veriyoruz.
Sonra büyüdüklerinde kendine güveni olmayan, özgüveni eksik bireyler oluyorlar.
Uzun lafın kısası yaşanılacak ne varsa zamanında yaşanmalı olması gerektiği gibi olmalı. Ne bir eksik ne de bir fazla. Çocuklar çocukluğunu yaşamalı ailesinin yaşayamadığı çocukluk yüklenmemeli omuzlarına.
İçinizde olan çocuğun başını okşadığınız tebessüm dolu günler geçirmeniz dileğiyle.
ŞÜRA AKGÜNEŞ
@ssuraakguness