Fuzuli insanlara duyulan öfke bir zaman sonra intikam duygusuna evriliyor ve intikam da insanı özünden koparıp alıyor. Farkına varılıp, önlem alınmadığı durumlarda, o intikam kafesi insanın cehennemi oluveriyor.
İnsanlar,
İnsanlarım,
pazara çıkarsak, beş kuruş etmeyeceklere takılıp kalmayın. Topu topu altmış yetmiş yıllık ömrü zavallıllar, ezikler ve sevilmemişler uğruna heba etmek, kendimize ve sevdiklerimize yapılacak en büyük kötülüktür.
Elbette,
kavgaysa, kavga
direnişse, direniş.
Ama canınızı acıtmalarına ve sizi üzmelerine izin vermeyin.
Bugün onlar kazanmış gibi duruyor olabilir ama kötülüğün nefesi kısadır. Kötülük eninde sonunda kendini imha eder. Oyunun kuralı budur.
Ben nefreti bir hapishaneye benzetirim. Bu, kişinin kendi isteğiyle içine girdiği ve kapıyı kilitledikten sonra, anahtarını kaybettiği bir hapishanedir.
Nefret, bir yandan, diğer olumlu duyguları köreltmeye başladığı gibi, diğer yandan da, zamanla kontrolü eline geçirir ve ardı arkası kesilmeyen hatalar yapılmasına sebep olur.
Her ne kadar itiraz edilse de, aslında, nefret duygusunun altında karşıdakine “değer” verme ve aşırı derecede önemseme yatmaktadır. Örneğin, bir zamanlar çok güvendiği, saydığı, sevdiği ve hayatının en özel yerine oturttuğu insandan alınan duygusal darbe ya da sevilmek, sayılmak istediği ama tam tersi, itibar ve ilgi göremediği insan. Boşa çıkan beklentiler nefret ateşini körükler, kişi sürekli geçmişteki olumsuzluklara odaklanır ve en sonunda ateş önce sahibini yakmaya başlar.
Sonrasındaysa, ok yaydan çıkmıştır ve nefret yönetimi ele almıştır. Nefreti içinde taşıyan kişi artık artık nefretin içindedir ve dayanılmaz bir yükün girmiştir. Çünkü artık hedefi, eninde sonunda karşı tarafta bir yıkıma yol açmak, üzmek, acı çektirmek ve böylelikle kıvranan ruhuna nefes aldırmaktır.
Başka bir anlatımla, nefretle yaşayan insan, kırbaç altında taş taşıyan köle gibidir. Nereye ve kime giderse gitsin, nefretini de beraber taşır. Hem kırbaç yer hem acı duyar ama taşımaya devam eder.
Acı vermek istedikçe, acır.
Zarar vermek istedikçe, zarar görür.
Bu ruhsal kölelikten kurtulmanın ve insanı körelten duygudan arınmanın tek yolu, ne yaşanmış olursa olsun, nefretin boyunduruğu altına girmeden, geçmişle helalleşmek, alacağı-vereceği kapatmak ve bir hayat dersi daha çıkarıp, kalan yola devam etmektir.
Ayrıca, “Zaman en iyi ilaçtır ve herkes er ya da geç hakettiğini yaşar.” düşüncesine yoğunlaşmak ve nefrete harcanılan enerjiyi, daha faydalı eylemlere kanalize etmek yapılacak en doğru hareket olacaktır.
Bunu yapmak, yapılan kötülüğü unutmak, hoş görmek ya da affetmek anlamına gelmez. Buradaki amaç, ruhu ve aklı prangalardan kurtarmak, özgürleşmesini sağlamaktır.
Birinden geçmişin öcünü almaya odaklanmış kişi, farkında olmadan hayata geç kalır. Bu odaklanma, bireyin enerjisini, motivasyonunu bitirir, sevdiklerine vereceği zamandan çalar ve en önemlisi bedensel/ruhsal sağlık sorunlarına sebep olur. Daha başka bir deyişle, başkasına duyulan nefret ve ondan öç alma duygusu, aslında kişinin kendi özüne yönelik bir suikastıdır!
İlle de birilerine, yaşattıklarından dolayı bir ceza mı verilmesi gerekiyor? Bu ceza olmadan huzuru bulamayacağınıza mı inanıyorsunuz? Öyleyse, siz de Fransız yazar Pierre Corneille’nın da söylediğini tekrarlayın.
“va, je ne te hais point”
yani
“git, senden nefret etmiyorum”
Che’nin canını alan Bolivyalı askeri kaç kişi tanıyor?
Musa Anter’i öldüren Yeşil kimin aklında kaldı
Deniz Gezmiş’i asan, İbrahim Kaypakkaya’yı işkence ederek öldüren, Hırant Dink’i vuranlar nerede şimdi?
Ahmet Kaya öleli onca zaman oldu. Ona çatal bıçak fırlatanlardan, küfür hakaret edenlerden ve sürgüne gönderenlerden kaçının adı aklınızda? Ama Ahmet Kaya halen kalbimizde.
Sonra, Pir Sultan’ı hatırlayın. Yunus Emre’yi, Dadaloğlu’nu ve Köroğlu’nu hatırlayın.
Arkadaş Zekai Özger, Yaşar Kemal, Enver Gökçe, Aziz Nesin, Didem Madak, Tezer Özlü, Tomris Uyar, Cemal Süreya, Yılmaz Güney, Aşık Mahzuni Mazlum Çimen, Ruhi Su, Sümeyra Çakır…
Hepsi halen kalbimizde değil mi?
Ne padişahlar, ne saraylar, saltanalar, cellatlar gördü bu dünya. Peki, hangi birinin adı kaldı geriye?
Bu yeryüzünde sadece kötüler ölür dostlar. İyiler ölümsüzdür ve bizler ölümsüzüz.
Sizi üzmüş, hırpalamış ve hayal kırıklığına uğratmış insanları önemsemeyip, yok saymak ve herkesin, iyi ya da kötü, günü geldiğinde, ettiğini bulacağına ve en önemlisi, zaten kendisi olarak şu dünyada olmasının, her sabah aynada yüzüne bakmak zorunda kalmasının ona en verilmiş en büyük eziyet olduğuna inanmak, onlara vereceğiniz en büyük cezadır. Ayrıca, yaptıklarıyla, sizin gibi özel ve güzel birini kaybetmişlerdir. Bundan daha beter bir ceza olabilir mi?
Daha ne olsun!
Şimdi, gülümseyin ve yüzünüzü sevdiklerinize, sizi sevenlere dönün. Yaralarınızın ilacı sevgidedir, sevdiklerinizdedir.
***
Özünüze rast geleseniz.
Sevgiyle…
Ta m e r D u r s u n