Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
16°C
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Çok Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
20°C
Salı Az Bulutlu
20°C
KADIN

Sabah zorla uyandı.  Başı ağıyordu. Aylardır böyleydi. Geceleri bir türlü uyuyamıyordu. Sabaha karşı da yorgunluktan sızıp kalıyordu. Sabahları da zorla uyanıyordu. Pandeminin doruk yaptığı günlerden birinde işine son verildiğinden bu yana böyleydi. Yine o tür sabahlarda biriydi. Aylardır işsizdi. Yeni bir iş bulması gerekiyordu. Eşe dosta soruyordu: “eleman arayanlar var mı?” diye. “ Bakalım, araştıralım, haber veririz” diyorlardı. Ama arayan soran olmuyordu genelde. Kimisi de “ …da bir eleman arıyorlarmış, bir ara istersen” diyorlardı. Arıyordu hemen. Kimisi “CV’nizi gönderin, biz size döneriz gerekirse” diyordu. Kimisi de “ buyurun gelin görüşelim” diyordu. CV isteyene CV sini gönderiyor, buyurun gelin diyene, koştura koştura gidiyordu. Daha önce hiç gitmediği, bilmediği semtlere. Kara kış günlerinde. Metroyla, dolmuşla, taksiyle ve yürüyerek.  Ancak cevaplar hep  “başka adaylar da var, uygun görülürseniz haber veririz size” şeklindeydi. Her sabah gazetenin “Eleman Arayanlar” sayfasını da tarıyor, kendi deneyimine, birikimine uygun bir iş araştırıyordu. Bulduğunda hemen telefona sarılıyor, tek tek numaraları arıyordu. Ama sonuç aynıydı.” CV’nizi gönderin”, “gelin görüşelim”, “gerekirse biz sizi ararız”. Umudunu giderek yitiriyordu. .

“Aşk acısı çektiğini” söyleyerek ara sıra dertleşmeye gelen dostlarından biri akşam aramış, eleman arayan bir yerden söz etmişti. “Eskişehir Yolu üzerinde yer. Hemen başvur. Senin deneyimine, donanımına uygun bir iş. Patronuyla konuştum. Gelsin konuşalım dedi. Yarın sabah seni bekliyor” demişti arkadaşı. “Harikasın canım. Çok teşekkürler. Yarın sabah giderim” demişti kadın yeni bir umutla. Sabah kalkınca da önce duşunu aldı kendine gelebilmesi için. Omuzlarına kadar uzanan dalgalı kumral saçlarını kuruttu, makyajını yaptı. Çok sevdiği uzun zincirli kolyesini taktı. Aynanın karşısında  kendini seyretti. Yaşı kırkı aşmıştı ama güzeldi, bakımlıydı. Erkeklerin ilgisini çekiyordu her ortamda. Sadece güzelliği ile değil, sevecenliği, tatlı dili, ile hoş sohbet, güler yüzüyle de.  Maskesini takıp yola koyuldu.  Bildiği tüm duaları okuyarak. Hava mis gibi bahar kokuyordu. Karakış geride kalmıştı. Evinin yakınlarındaki parkın yeşilliği, kuşların cıvıltısı içini açtı. Umut kapladı tertemiz yüreğini. Önce Ankaray’a bindi. Kızılay’da aktarma yaparak metroya geçti. Her ikisi de doluydu bu saatlerde. Pandemiye rağmen insanlar çekinmiyorlardı toplu taşıtlara binmeğe. Bu zor zamanlarda, ağır koşullarda işini kaybetmemek, koronaya yakalanmaktan daha önemliydi dar gelirli bu insanlar için.

Metro yol aldıkça, pek çok kez olduğu gibi derin düşüncelere daldı, geçmiş yıllara geri döndü kadın. Babasına kızıyordu, üniversite öğrenimine engel olduğu, eğitimini yarıda kestiği için. Akıllıydı, zekiydi, çalışkandı. Hevesliydi okumak için. Yıllar sonra sevdiği bir arkadaşı her konu açıldığında “akıllı bıdık neden üniversiteye gitmedin? Neden daha okumadın. Harika bir işin olurdu şimdilerde” diye soru yağmuruna tutardı. Bitiremeyeceği fakülte yoktu şans verilseydi. Ama babası tutturmuştu evlen diye lise mezuniyetinden sonra. “Memleketin hâkimi de var, savcısı da. Doktoru da, mühendisi de. Okuyup da ne yapacaksın. Okuyanların halini, durumunu görüyoruz. Biran önce evlen, ev bark    sahibi ol, torun sevelim” diyordu devamlı. Oysa okusaydı hâkim de olabilirdi, savcıda.  Doktorda, mühendiste.

Bu ısrarlara dayanamamış evlenmişti gönülsüz, görücü usulüyle Ali ile. Sadece babası değil, evlendikten sonra kocası da teşvik etmemişti okuması için. Evliliğinin ilk yıllarında peş peşe iki oğlu olmuştu. Ondan sonra da yaşamının odak merkezi yavruları olmuştu. Ali’nin, içkisi, sigarası yoktu ancak, sorumluluklarını bilmeyen bir insandı. Vurdumduymaz. Borsaya tutkundu. Gözü dışarıdaydı. Anasının da sözünden çıkmazdı. Kocasından, kayınvalidesinden çektiklerini anlatsa roman olurdu. Ali, borsada neleri varsa kaybetmişti, iflas etmişti. Bir de bir kadınla aldattığını anlamış, dünya başına yıkılmıştı. Hemen boşanmış, iki yavrusunu yanına alarak yeni, bilinmedik bir hayata adım atmıştı. Babası çok kızmıştı olup bitenlere, evini dağıtmasına. Küs kalmışlardı yıllarca.  Af etmemişti kocasının ihanetini, yalanlarını, vurdumduymazlığını, sorumsuzluklarını. .

Boşandıktan sonra zor bir yaşam bekliyordu onu. Ne nafaka talep etmiş, ne de evinden tek bir eşya almıştı. Huysuz kaynanasının hediye ettiği altınları, saati bile geri vermişti. Bir arkadaşı eleştirmişti bu tutumunu, nafaka talep etmemesini. “ Gazetelerde okumuyor musun, boşanan kadınların kocalarının malına, mülküne nasıl çöktüklerini. Milyonlarca lira nafaka aldıklarını” demişti ve eklemişti: “Kadının biri boşandıktan kısa bir süre sonra kendinden genç biriyle evlenmiş, üzerine çöktüğü lüks villayı, lüks arabayı satıp genç kocasına iş yeri açmış diyorlar.” Onun meşrebine uygun değildi bu tür davranışlar. Malda, mülkte, parada, pulda gözü yoktu. Tek beklediği yalansız, katıksız sevgi, ilgi, şefkat ve sadakatti kocasından. Onu da bulamamıştı. Onuru kırılmış, gururu incinmişti. Oysa onuruna da, gururuna da çok düşkündü.

 ” Yuvayı dişi kuş yapar” demişler. O da boşandıktan sonra lüks daireyi terk edip, mütevazi bir eve taşınmış, mütevazi eşyalar edinmişti. Evlenmemiş, iki oğluna odaklanmıştı yıllar boyu. Bir işe girerek yavrularını yetiştirmeğe, onlara kol, kanat olmağa, kendi ayakları üzerinde durmağa çalışmıştı. Bu devirde tek başına çocuk büyütmek çok zordu ama kadın tüm zorlukların üstesinden büyük fedakarlıklarla gelmiş, yavrularını yetiştirmeyi başarmıştı. Yavrularının ikisi de eğitimlerini tamamlamış, iş sahibi olmuşlardı. İşsiz kaldığı bu zor günlerde de onlar destek oluyorlardı fedakâr analarına. “Anacığım sen çalışma artık evde otur. Aç değiliz açıkta değiliz” diyorlardı. Ama gururlu ana, evlatlarına yük olmak istemiyor ve inatla yeni bir iş arıyordu. Bu arada her daim yaptığı gibi yaşlı komşularına, ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmayı da sürdürüyordu.  “Sen Tanrı’nın dünyadaki meleğisin. Onca sıkıntına rağmen insanların yardımına koşuyorsun. Tanrı bu yaptığın iyilikleri görüyor, biliyor. Umudunu yitirme, sabret” derlerdi komşuları. Kadın da sabrediyordu, geceler boyu dualar ederek.

Sıkıntılarından biri de sağlık durumu idi. Kontrol zamanı gelmesine rağmen doktor randevusunu hep ileri tarihe atıyordu. Düzenli kullanması gereken ilaçlarını da bazen içmeyi unutuyordu. Ağrıları giderek artmasına karşın “Hele bir iş bulayım, sigortam yeniden işlemeye başlasın o zaman doktora giderim. Şimdi gitsem bir sürü tahlil verecek, onlarda dünya para. Bu dar zamanda sırası değil doktorun, tahlilin” diye düşünüyor ve bu düşüncelerini de kimselerle paylaşmıyordu.

Bu zor günlerde zaman zaman öfkeyle söylendiği olurdu boşandığı kocasına: “Ahh Ali bizlere sahip çıkmadın, bu günleri, bu şartları bize yaşattın. Ne deyim bilmem ki…” Hayatta affetmediği kişilerden biri de son patronuydu. Eski arkadaştılar. Geçmişte çok yardım etmişliği, destek olmuşluğu vardı kendisine. İş yerinde de kilit elemanlardandı. İş yerini o çekip çeviriyordu. Ama eski arkadaşına son zamanlarda bir şeyler olmuştu. Çok para canlısıydı. Hep yakınıyordu işlerin iyi gitmediğinden, masrafların yüksekliğinden. Oysa yaşam seviyesi giderek yükseliyordu. Çayyolu’ndan lüks bir villa satın almış, son model bir jeep edinmişti. Kızı koleje gidiyordu. Özel yaşamına ilişkin dedikodular diz boyuydu. Üst makamlardan da tanımadığı yoktu. Yalana da meraklıydı.

Son zamanlarda patronunun kendisine karşı tavırları değişmeye başlamıştı. Sürekli eleştiriyor, yaptığı işten memnun kalmıyordu. Kadın bunlara bir anlam veremiyordu. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Nihayet yıl sonuna doğru patronunun bu tavırlarının nedenini anlamıştı kadın. Kendisini odasına çağırarak, pandemi nedeniyle işlerin iyi gitmediğinden yakınarak, kendi arzusuyla istifa etmesini istemiş.” şu istifa mektubunu imzala” demişti. Dünya başına yıkılmıştı bu sözleri duyduğunda. Kulaklarına inanamıyordu. Kırk yıllık arkadaşı işsizliğin diz boyu olduğu bir zamanda ona kapıyı gösteriyordu. Reddetti bu isteği tabii. ”Hak ettiğim tazminatı almadan bir şey imzalamam” dedi. Kapıyı vurdu çıktı. Yol boyu göz yaşları aktı sel oldu. Oldum olası sulu gözlüydü zaten. Keyfi yerinde olduğunda çok kolay kahkaha atar, hüzünlendiğinde de göz yaşları güzel gözlerinden süzülürdü. Şimdi de yüreği parçalanıyor, hayata, haksızlıklara, arkadan vurmalara, vefasızlıklara isyan ediyordu. Eski arkadaşı için: “O da koronanın başka bir türüymüş” diyordu, öfkeyle.

 Bu durumu günlerce çocuklarından ve yakınlarından gizledi, içi kanı ağladı, uykusuz geceler geçirdi, ağrılar içinde. Neticede hak ettiği tazminat konusunda bir uzlaşmaya varıldı ve istifa kağıdını imzaladı. Bu gelişmelerden haberdar olduklarında oğulları “Ana neden bize haber vermedin. Avukat tutar hakkını arardık” dediler. Kadın da bilirdi avukata gitmeyi, hakkını aramayı. Ama avukat demek ne sonuç vereceği belirsiz yeni bir masraf kapısı demekti. Kadın ömür boyu kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimselere boyun eğmemiş, kimselere de borçlu kalmamıştı. Bu kez de öyle olmuştu.

Oğullarına, yakınlarına haber veremediği daha neler vardı neler. Soğuk kış günlerinde iş aramak için koşuşturduğu o günlerde nelerle karşılaşmıştı akıl alır gibi değildi. Bu memlekette kadın olmak zor işti. Bu kanıya varmıştı yaşadıkça gördükçe. Bir arkadaşına “adamlar eleman aramıyorlar, cariye arıyorlar” demişti. Bir keresinde iş başvurusu yapmak üzere gittiği bir binanın kapısında bir kadın “… iş için mi başvuracaksınız?” diye sormuştu korkulu kaygılı gözlerle.  “Evet” deyince, “aman girmeyin içeri, başvurmayın” demişti kadın ve koşarak uzaklaşmıştı. Kadının bu halini görünce önce ne yapacağını bilememiş, sonra içeri girmekten vaz geçmiş, uzaklaşmıştı oradan. Bir başka seferinde görüştüğü işveren, “bizim iş gereği sık sık şehir dışı gezilerimiz olur  veya akşamları iş yemekleri. Sizin de o gezilere bizimle gelmeniz ve çok şık giyinerek o yemeklere katılmanız gerek” demişti. Bir gece vakti de telefon ederek.” Benimle mi ortağımla mı çalışmak  ister misiniz?” diye sormuştu.. Adamın asıl niyetini sezmiş zor savuşturmuştu başından. Gittiği görüşmelerde erkek işverenler, onun niteliklerinden ziyade güzelliği ile ilgiliydiler. Gözleriyle vücudunu süzüyor, sırıtarak bayat iltifatlar, espriler yapıyorlardı.  Hiç alışık olmadığı şeylerdi bunlar…Kimselere anlatamıyordu yaşadıklarını, dertlerini ve tekrar tekrar eski kocasına lanetler okuyordu: “bizlere sahip çıkmadın, ite köpeğe muhtaç ettin” diye…

Aslında, tüm dertlerini, sıkıntılarını paylaştığı biri vardı hayatında, ama kimseler bilmiyordu. Kimselere anlatmıyordu hayatına giren adamı. Son yıllarda tanımıştı kendisini. Kendisinden yaşça büyük, olgun, anlayışlı, okumuş, görmüş bir insandı. Ona güvendi, bağlandı. Onun için yaşının büyüklüğünün önemi yoktu. Önemli olan güvenmekti. Yalandan nefret ederdi. Yıllar önce Ali ile yaşadığı travmanın etkisini üzerinden atamamıştı. Kıskançlığı da diz boyuydu. Uçan kuştan, esen yelden kıskanırdı, özel duygular beslediği “kıymetlim” dediği adamı.  Kıymetlisinin, kendisine ilgi gösterdiğini, değer verdiğini, özel duygular taşıdığını, sıkıntılarına ortak olduğunu gördükçe mutlu yoluyordu. Adam “seni seviyorum” dediğinde mutluluktan havaya uçar, “ama ben seni bir tık daha çok seviyorum” derdi ve bu sözü sık sık işitmek isterdi…

 İlk kez Tunalı’da bir pastanede karşılaşmışlardı. Yemek yemişler, içmişler sohbet etmişlerdi uzun uzadıya, kahvelerini yudumlarken. Kadın, kahve falına bakmış, geleceklerini okumaya çalışmıştı. Oldum olası kahve falına, rüya tabirlerine meraklıydı zaten. Kafasındaki soruların cevabını kahve fallarında, gördüğü rüyaların tabirlerinde bulmaya çalışırdı. O gecede falda, kendisini çok mutlu eden, sevindiren işaretler çıkmıştı. Nitekim ilişkileri o geceden sonra gelişmiş, derinleşmişti. Düzenli görüşmeye, birlikte sinemalara, tiyatrolara vs. gitmeğe başlamışlardı. Özel günlerini birlikte kutlamışlar, birbirlerine hediyeler vermişlerdi. Adam çiçekler yolladığında çalıştığı yere, iş arkadaşları merakla sorarlardı “kim göndermiş?” diye,  söylemez, ama kendisi mutluluktan uçardı.  Çok mutluydular. Tanrıya dualar ediyorlardı birbirlerini buldukları için.  .

Kadın, deniz gibiydi.  Çoğu zaman sakin, hayat dolu, sevgi dolu. Sevecen. Kimi zaman da dalgalı, öfkeli, hırçın ve kıskanç. Adamın sosyal medyadaki sayfasını yakından izler, sayfada gözü tutmadığı birine rastladığında, adamın bir bayanın paylaşımına “beğenisini” gördüğünde kıyameti koparırdı.  Fırtınada denizin dalgaları nasıl kabarır, hırçınlaşırsa, kadın da, morali bozuk olduğu veya kıskançlık krizlerine girdiği zamanlarda öyle kabarır, hırçınlaşır, öfkelenirdi. Dilinin ucuna ne gelirse sıralar, beddualar yağdırırdı sorunlarına, sıkıntılarına sebep olanlara. İşsiz kaldığı son aylarda bu tür öfke patlamaları sıklaşmağa başlamıştı. Görmüş, geçirmiş olgun adam, anlayışlı davranırdı böyle zamanlarda. Sabırla dinler, “haklısın öfkelenmekte” der yatıştırmaya, sakinleştirmeğe çalışırdı. Tatlı dille, güzel sözlerle.  Kadın da bir süre sonra yatışır, sakinleşir tekrar sevgi dolu, sevecen haline dönerdi… Maalesef Allah’ın belası şu Pandemi çıkalı çok az görüşür olmuşlardı. Özlem, sevda, aşk dolu, sevgi dolu mesajlarla iletişim kuruyor, telefonda sohbet ediyorlardı sık sık…

Metroda yol boyu derin düşüncelere dalmışken bir anons duydu: “bir sonraki durağınız…”. İş başvurusu  için görüşmeye gideceği yere yakın duraktı anons edilen. Toparlandı. Metrodan indi. Yürüyen merdivenlerden dışarı çıktı. İş görüşmesine gideceği bina karşısındaydı. Derin bir nefes aldı. Temiz havayı ciğerlerine çekti. Baharın güneşi içini ısıtmış, kalp atışları hızlanmıştı. Sınava girecek bir öğrenci gibi heyecan içindeydi. Umutluydu, ama bunu seslendirmekten, hayaller kurmaktan, hülyalara kapılmaktan da çekiniyordu. Altı aydır kaç kez umutla girdiği bu tür binalardan hayal kırıklığı ile çıkmıştı.  Binanın önündeki bahçede fıskiyeli havuzun çevresine dikilmiş kırmızı güller dikkatini çekti. Çevreye ayrı bir güzellik, çekicilik katmışlardı. Keza baharla yeşillere bürünen yol boyundaki ağaçlar genç kız tazeliğiyle, kırmızı güller gibi, etrafa güzellik, ferahlık saçıyorlardı. Dayanamadı güllerin fotoğrafını çekti. Yeşil çimlerin üzerine serpilmiş papatyalardan birini kopardı, çantasına oydu. “Falıma sonra bakarım” dedi içinden. Dudaklarında dualar, ağaçların gölgesinde binaya doğru emin adımlarla yürüdü yeni başlangıçlara doğru. Kıymetlisinin hediye ettiği boynundaki kolyeye sımsıkı sarılarak binadan içeri girdi, başı dik…

Günler sonra arkadaşları sosyal medyadaki sayfasında kadının güler yüzlü, mutlu fotoğrafını gördüler. Gözlerinde parıltı, dudaklarında tatlı bir tebessüm. Uzun, dalgalı kumral saçları omuzlarından aşağı dökülmüş. Boynunda uzun zincirli bir kolye. Yanında da kırmızı bir gülün fotoğrafı. Fotoğrafın altına da mutlu ve şükreden insan, kalp, gül, papatya, kahve fincanı, ağaç, kuş emojileri yerleştirilmişti …  Fotoğrafların üstünde de aylardır paylaşımına rastlamadıkları, arkadaşlarının şu paylaşımını ilgi ve merakla okudular:

Aştık yokuşları yöneldik düze. / Boşuna bu engeller, zorluklar bize./ Yürüyoruz gururla, başımız dik,/ Yeni umutlara, dostluklara, başlangıçlara, özgüvenle..

Gürsel Demirok

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.