GECE
ELIE WIESEL
176 SAYFA
Aynanın derinliklerinden bir ceset bana bakıyordu.
Gözlerimdeki bakışı beni hiç terk etmedi.
1944 yılında ailesi ile birlikte Nazi Toplama Kamplarına yollanan Elie Wiesel’in gerçek yaşam öyküsünü kaleme aldığı bir kitap okuduk sevgili Sevilay Pak , sevgili Bahar Esen ve sevgili Sevilay Ayvaz ile. Teşekkür ederim kızlar eşlik ettiğiniz için bu zorlu okumaya.
“Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu” diyor yazar önsözde ve ekliyor “delirmemek için yazdım bu kitabı. Veya tam tersine delirmek için. Ve böylece kötülüğün gücü ile kurbanlarının acısı arasında salınan bir insanlık tarihinde ve bilincinde eskiden ortaya çıkmış olan o büyük ve korkutucu deliliği daha iyi anlamak için.”
Bir daha hiç göremeyeceği annesi ve kızkardeşinden ayrılan genç Elie, babası ile açlık, soğuk, işkence ve ölüm demek olan kamplara yola çıktığında bunların yaşandığına inanamaz. İnsanlığa duydukları güven vardır içinde. Bu yaşananların bir hata olduğuna, çok kısa süre içinde düzeleceğine dair büyük bir inanç.
Önce Auschwitz, ardından Buchenwald kampları. Sistematik olarak uygulanan işkenceler, açlık, soğuk, eleme günleri, ölüm çukurları, hasta ve zayıfların yakıldığı fırınlar. İnsanlık onurunun ayaklar altına alındığı, katran karası karanlık günler.
1945 yılına gelindiğinde artık özgürdür Elie. Ama özgür olan sadece bedenidir elbette. Çünkü ruhu o kamplarda ölmüştür. 1986 yılında Nobel Barış Ödülü alan yazarın kitabının bu denli etkili olması, bu yaşananların bir kurgu olmamasından kaynaklanıyor. Oldukça sade, basit bir dille bir çocuğun gözünden anlatılanların -mış gibi yapılamaması tüyler ürpertici. Ve ne yazık ki aynı acıların günümüzde halen yaşanıyor ve yaşatılıyor oluşu.
Neden bizi hemen şuracıkta kurşuna dizmiyorlar ki?
Gerçekte onunla değil de ölümün kendisiyle tartışıyor gibiydim. Babamın çoktan seçmiş olduğu ölümle.
O akşam çorbada ceset tadı vardı.
A-7713 olmuştum. Ondan sonra da başka ismim olmadı.
Nasıl oluyor da insanlar , çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu ? (Şimdi sustukları gibi)
Eğilmeye hakkımız olmadığından, herkes kaşığını çıkarmış, yanındakinin sırtında birikmiş karı yiyordu. Bir lokma ekmek ve bir kaşık kar. Bu manzara bizi izleyen SS’leri güldürüyordu.
Dün susmuş olanlar, yarın da susacaklar.
Ağlayamıyorum ve ağlayamıyor olmak canımı acıtıyordu. Ama artık gözyaşım kalmamıştı. Ve içimde bir yerlerde, sakat bilincimin derinliklerini yoklasaydım belki de şuna benzer bir şey bulabilirdim: Sonunda özgürüm.
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
Arzu ORTAÖREN