[“8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ” anısına…!]
(Tüm “DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR”ın -ki emekçi olmayan kadın yoktur, zaten!- önce “İNSAN” olarak bir “ÖZ-GÜR BİREY” ve “KADIN” kimliklerine sahip çıkıp “VAROLMALARI” dileklerimle günleri kutlu olsun.)
TANRIM;
BEN HEP AYAKLARI YERE SAĞLAM BASAN,
BAŞI DİK O NADİR KADINLARI SEVDİM!
BAHANELERİ DEĞİL
‘NASIL YAPABİLİRİM?’LERİ SEÇEN KADINLARI…!(1)
“Vicdani Onurun Direnç Taşları:
Özünü ve sözünü,
İnsanların vicdan ateşiyle yıkayan
Ve hiçbir sınavdan kaçınmadan,
İnsanlık vicdanının ortak ateşini;
Düşünce, duygu ve eylemleriyle alevlendiren,
Ayrımsız tüm kadın ve erkekler,
Öz-gürlük
Ve adalet yolunu döşeyen onurun direnç taşlarıdır!”(2)
Gelgelelim şu gerçek de var:
“Beynime kürtaj talep ediyorum,
Kalbime ötenazi…!
Adımın,
Aşktan âzâde,
Küfürden ziyâde
Anıldığı bir ülkede, kadınım ben…!”(3)
“Bir zamanlar ben,
Battaniyemin altında olunca,
Güvende olduğumu sanan bir çocuktum!”
Tanrım;
Ben hep ayakları yere sağlam basan,
Başı dik o nadir kadınları sevdim!
Bahaneleri değil,
“Nasıl yapabilirim?”leri seçen kadınları…
İlkesi, ülküsü olan…
İşinde,
“Sen kadınsın!”
Sınırlamalarına aldırmayan…
Hayalleri, idealleri olan kadınları…
Yüreğini rehber bilip,
Aklını yüreğinin koluna takan kadınları sevdim!
Ve böyle kadınlara saygı duyan erkekleri daha çok sevdim!
Onlar da bilir ki,
Yükselmek yükseltmekten geçer!
Sence malûm… Bu çağda, dünyamızda ve özelde, hele hele ülkemde “kadın olmak” diyorum Tanrım; o “ayağı yere sağlam basan, başı dik nadir kadın”lardan biri olan kadim gönül dostum Tülay Fırat’ın ifadesiyle, “Prometheus, Spartacus, Jeanne D’arc ve Martin Luther gibi yürekli olmayı gerektirir!” Sanırım zordur, yani olabildiğince zor…! Yanılıyor muyum?
Ve o “kadim dostum” sözlerine devam ediyor:
Mahallede top oynarken veya bisikletten düşüp dizlerini kanattığında büyükannemin, ‘bisiklet tepelerinde ne işin var senin, erkek Fatma!’ dediğinde, fark ettirmeden başlar kadın olmak…! Küçük bedenine inat, bilge aklın kavramıştır; terazinin erkeklerden yana bastığını! Erkek olmak daha avantajlıdır ama sen; el kadar, şaşkın ve kafası karışık bir kadınsındır! Saygınlık kazanmanın yolunu; erkeklerin ettiği küfürlere, yine küfrederek karşılık vermek olduğunu düşünürsün! Ancak ilk küfrünün tadı, hâlâ ağzındayken anlar-sın, sana verilen rol bu değildir! Ve küfür ağzına büyük gelmiştir…!
Yavaş yavaş geçer zaman… Ergenliğe doğru koşar adım, memelerin çıkmaya başladığında utançtan ne yapacağını şaşırırsın! Göğüs kafesinde bandajlar, bol “tshirt”lerle beden derslerine girersin; koşarken zıpladıkları belli olmasın diye kambur durursun…! Çok sonra anlarsın bir çok kadının kamburluğunun, kendine güven-siz duruşunun ‘sütyenli ilk beden dersi’nden kaldığını…! Derken, boyun, bacakların uzar, belin incelir. On sene sonra, bu hâline geri dönmek için kendine ne eziyetler edeceğini bilmeden, utanırsın kendinden…
Aşkın en ilkel versiyonları kanında yavaş yavaş dolanır, belki de aşık olabileceğin en ilkel adamı o zaman bulursun…! Kadın olmak istersin; birden büyümek, hemen, tüm bu saçmalıklarla başa çıkabilecek kadar ‘GÜÇLÜ KADIN OLMAK’ istersin…
Yine Sence malûm Tanrım; o “ayakları yere sağlam basan, başı dik nadir kadınlar!”; yani kimi “güçlü kadınlar!” vardır, her işlerini kendileri hâlletmeye çalışan… Çünkü anne babaları tarafından böyle yetiştirilmişlerdir. Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler. Dahası, evdeki tüm problem olan ev işlerinden anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam ettirebilir onlar…! Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler. Özgürlüğü severler, dik durmayı da; güçlüdürler çünkü..! Âşık olduklarında, hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları gibi, büyük beklentilere de girmez onlar… Sevdiklerine problem çıkarmazlar. Tüm gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar, sevgilileri var ise veya eşlerinin buluşalım dediğinde, hemen hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse onun olduğu yere giderler…
Bazı kadınlar… Onlar bir başınadır; hastalandığında, korktuğunda, kırıldığında, yorulduğunda…! Ve kendi başına ayakta kalıp, tüm bunların geçmesini beklerler. Tozpembe hayal kuramaz onlar…! Gerçek hayatta, haklarına düşenden fazlasıyla haşır neşirdirler, zira…! Güç böyle kasırgalardan sonra gelir, bulur onları…! Ne garip; güçlü ama yalnız, imrenilen ama çoktan yorulmuş kadınlar…!(4) [“İmrenilen; o denli de, hiç mi hiç yorulmamış kadınlar… -Yazar’ın affına sığınarak- (z.c.)].
Kendine yeten, ayakları yere sağlam basan, başı dik o nadir kadını anlayan frekans farkı olmayan erkekler de, ayakları yere sağlam basan erkek modeli”dir. İşte “otantik(gerçek-doğru-güvenilir-özgün) mutluluk kaynağı” da, bu “anlamlı beraberlik”tedir! Öyle değil mi Tanrım? Sözlerimi, o “ayağı yere sağlam basan, başı dik nadir kadın”lardan biri olan kadim dostum Tülay Fırat’ın içten itiraflarıyla bitiriyorum:
Tanrı, kulunun içinden; geçmişi, geçeni ve geçeceği de bilir! Başımı göğe kaldırmadım yere indirdim; sağlıkla/sağlıksız aldığım her nefes için! Sevdiklerimi gördüm, yaşadım, yaşattım, sardım, sarıldım, kokladı, kokladım, öptü, öptüm, ağladım, ağlattım, mutlu oldum, yani ‘YAŞADIM’ çok şükür! Az gittim, uz gittim; dere tepe, düzdü çoğu zaman… Akıl veren çok oldu, ben hep yüreğimin izinden gittim! İçimdeki çocukla inatlaştım kimi zaman… O ağladı, ben güldüm; taviz vermedim! Büyüdüm. Pantolonumu çıkardım, elbise giydim, makyaj yaptım, kadın oldum! Büyük anneciğim, ‘aklın hep bir karış havada!’ derdin ya bana lise yıllarındayken; aklım yerine indi, ama yüreğimi indiremedim! Yüreğim bir karış havada kaldı! Çok ağladım. Ağlattım belki de…! Kendimi verdim. Kendimden geçtim. Ama sevmekten asla vazgeçmedim…!
Tanrım;
Ben, hep ayakları yere sağlam basan,
Başı dik o nadir kadınları sevdim!
Bahaneleri değil,
“Nasıl yapabilirim?”leri seçen kadınları…
İlkesi, ülküsü olan…
İşinde,
“Sen kadınsın!”
Sınırlamalarına aldırmayan…
Hayalleri idealleri olan kadınları…
Yüreğini rehber bilip,
Aklını yüreğinin koluna takan kadınları sevdim!
Ve böyle kadınlara saygı duyan erkekleri daha çok sevdim!
Onlar da bilir ki,
Yükselmek yükseltmekten geçer!
Ancak şu gerçeği de hiç mi hiç unutmayalım; “KADINLARIN ÖZ-GÜRLÜĞÜ, TÜM İNSANLIĞIN ÖZ-GÜRLÜĞÜ GİBİ, YALNIZCA EMEĞİN, SERMAYENİN BOYUNDURUĞUNDAN KURTULMASIYLA OLACAKTIR!”(5) der, devrimci sosyalist ve Marksist-Leninist Alman politikacı ve kadın hakları savunucusu merhum Clara Zetkin, (1857-1933)…! El-Hâk, doğru söyler Zetkin, yerden göğe kadar haklıdır; ve’s-Selâm…!
Zeki Coşkunsu