Yıllarca yazdım. Yazdıklarım silik bir hatıra gibi… Hafızamda pek azı var. Ne yapayım? “Kimisini hatırlamak, diğerlerini hatırlatır” demişler miydi? Albümün sayfalarında yarı silik bir hatıra olacağı beni umutlandırıyor. Ama yazdıklarım hep tatsız olayları hatırlatıyor nedense. Yazarların garip bir kaderleri vardır. Bu yaşamı iyi bilirim. Ben bu yaşama nara atarak girmedim. Yazı yazmak da öyle kolay olmadı. Bu çağda ikbalin aşkına cemaatlere katılmak veya bir cemaatin yolunda yürümekle gidilirdi. Sonra memleket memlekete merdiven yapılarak yükselişe geçilirdi. Ben bu fetihlerin hiçbirine katılmadım. Çünkü cemiyetlerde ilahi aşk kalmadıktan sonra cemaatlerin değiştiğini gördüm. Değişen cemaatleri ben ne yapacaktım? Ben ikiyüzlü bir papaz yamağının kurbanı olamazdım. Zaten hayatımı da bu minval üzerine kuramazdım. Kurmazdım ama yazar arkadaşların çoğuna zoraki bir don giydirdiler. Ve giydirdikleri donla ümitten, haysiyetten ve şereften kopardılar. Donu giydirdikten sonra sırtlarından adaletin cübbesini de sıyırdılar. Cübbesiz arkadaşlar sadece kalabalık oldular ve hepsi de sahtekar doldular… Evet, benim çağımda herkes bir cemiyetin içindeydi. Herkes cemiyetin yaratacağı mucizelere inanıyordu. Peşinde koştuğu evliya benzetmeleriyle hep birlikte ibadete başlarını gömerken, sandılar ki bütün zorlukları atlayacaklar. . Bunlara katılmayan dürüst yazarlar artık sadece yaralanan bir vicdandır. Demek ki, namuslu yazar bunlara uymaz derken, zaten böyle bir toplum namuslu yazarı kabullenmez. Keyfi yerinde olanlar daha doğrusu devlet yardımıyla beslenenler dikenli yollardan geçerek yazar olana ihtiyaç duyabilir mi? Keyfi yerinde olanlar dürüst olanı ne yapsın, alıp da başına dert mi etsin. Mutlu azınlık ilim ve edep aramaz derken, ya diğerleri? Diğerleri kim? Saadet zincirinin dışındakiler. Yani ezilenler. Onların büyük çoğunluğu gerçekleri aramaya ne zamanı vardır, ne de imkanı…