DOLAR
32,3654
EURO
34,9610
ALTIN
2.325,42
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

ZARİF DAYI

ZARİF DAYI
18 Haziran 2022 13:37
0
A+
A-

Kapana kısıldığım bu derme çatma köy evinde, kendimi sorgulamaktayım. Ne olmuş, nasıl olmuşsa kendimi hiç ait olmadığım bu alemde bulmuş, hızla yaklaşan sonumu beklemekteyim. Gerçi büyük şanın insana tez ölüm getireceğini fark etmişsem de tüm bu ünü bir kenara bırakmayı bir türlü beceremedim. Güç beni adeta ele geçirdi. Belimde taşıdığım ölüm makinesini kullanmaktan kaçınsam da en nihayetinde istemeden de olsa birilerinin canını yaktım. Genç bir çocuğa işkence ettim. Şimdi o canını yaktıklarım, bana şan getirmiş geçmiş günlerden intikam almak için sığındığım bu köy evini basmaya geliyor. Ben ise kapana kısılmış ve yaralı şekilde başıma gelecekleri bekliyorum.

***

Gümüşhane’nin merkezine bağlı küçük bir köyde başladı hikayem. O zamanlar bu günlere nazaran daha fazla hane vardı köyümüzde. Kadınlar tandır başında ekmek ve lavaş pişirir, oyun oynamaktan suratları pancar gibi olmuş çocuklar kadınların olduğu köy evine gider pekmezli lavaşlarını yerdi. Ben ise tüm bu olan bitenleri eski kilisenin yıkılmaya yüz tutmuş duvarına oturup izlerdim. Elbette köyün kadınları beni gördüklerinde halime acır, bana da diğer çocukların yediklerinden verirdiler ama fark edilmek anası ölmüş bir çocuk için epeyce zordu.

Öksüz çocukları diğer çocuklardan ayırmak çok kolay iştir. Kıyafetlerindeki özensizlik, dağılmış saçları ve uzamış tırnaklarının arasındaki kirleri fark etmek bile yeterli, bir çocuğun anası olup olmadığını anlamak için. Belki diyorum babam başka birisi olsaydı bu kadar yaralı olmazdım, içim sızlamazdı, ama gel gör ki bende hiç kimse gibi kaderime karşı gelemiyorum. Babam gündüzleri kahvede, akşamları yan köyün adamlarıyla birlikte içmekte olan ayyaşın tekiydi. Bendeki düzensizliği babamda da görebilirdiniz. Neyse ki köy ahalisi benim durumumu görmüş beni yetim yurduna vermişti.

Yetim yurduna gittiğimde her şeyin çok farklı olacağını düşünmüştüm. İlk zamanlar öyleydi de. Anası olan bir çocuğa benzetmişlerdi beni. Köyümdeki çocuklardan bile iyi görünüyordum. Aynaya her baktığımda gördüğüm tertipli halimle, içimi bir sevinç kaplardı. Hem burada arkadaşlarım da vardı. Hepimiz farklı köylerden gelmiş dert ortakları sayılırdık. Zaman geçtikçe birbirimizden başka dayanağımız olmadığını anladık. Daha önceleri uzaktan izlediğim oyunların bir parçası olmayı başarmıştım. Çocuk bedenimin iyi bir görünüm alışı beni ne kadar mutlu ettiyse, kabul görmüş olmak da o kadar mutlu etmişti beni. Gel gör ki zamanla bu mutluluk yerini müzmin bir yalnızlığa evirildi. Bütün çocuklar beni burada da ayrı tutular. Diğerlerine nazaran daha kırılgan bir yapım vardı. Giyimime onlardan daha fazla önem gösterir, hepsi koşup oynarken ben bir kenarda oturup, onları izlerdim.

Yalnızlığımı gören Fatma öğretmenim bana acıyacak oldu ki hafta sonları beni evine götürür, apartmanın diğer çocuklarını çağırırdı. Fatma öğretmeni annem yerine koymuş, hafta sonları şehirli çocuklar gibi yaşar olmuştum. Yurda döndüğümde yalnız hissetmemek için Fatma öğretmenin kitaplığından kitap alırdım. Gündüzleri o kitabı okur, geceleri ise okuduğum kitaba sarınır, Fatma öğretmenin evinde olduğumu hayal ederdim. Evde olduğum bir gün Fatma öğretmenin komşusuyla evlatlık edinme konusunu konuştuğunu duydum. Benim duyduğumu öğrenmesinler diye yavaşça evin diğer köşesindeki odaya gittim. Sevinçten gözlerim doluştu. Anlaşılmaması için de sırtımı kapıya çevirmiş oyuncaklar ile oynuyormuş gibi yapıyordum.  Aylarca Fatma öğretmenin beni evlat edinmesini bekledim. İçimi gıdıklayan sabırsız bekleyiş, zamanla yerini umutsuzluğa bıraktı. Fatma öğretmenin beni evine götürdüğü bir hafta sonu, veledin biri oyuncağımı kırdıktan sonra ”senin değil ki öğretmenin” demesiyle veledi yere yatırıp bir güzel patakladım. O günden sonra Fatma öğretmen de sırt çevirdi bana.

***

Sırtımı dayamış olduğum duvarın soğuğu iyiden iyiye kemiklerime işledi. Kalkıp sobayı yaksam şıp diye bulurlar beni. İyisi mi günün ağrımasını bekliyeyim, sonra yakınlarda bir köy var mı diye bakarım. Buraya gelmeden önce karnıma bir bıçak yarası yedim, çok derin değil sızıntı şeklinde kanıyorum. Eğer beni bulurlarsa son çare onlarla çatışacağım, gerçi doğru düzgün silah tutmayı bilmiyorum ama, işleri buraya ben vardırdım. Sırtımdaki ceketi çıkartıp yarama bastırdım. Sıkıntıdan evi dolaşmaya koyuldum. Hafızamda kalan ev bu değildi. Duvarların deseni ve evin şekli dışında hiçbir şey eskisi gibi değil. Mutfağa gittim her şey tertipli biçimde duruyor. Evde bir kadının varlığı her yerden hissediliyor. Öyle ki evin kokusu bile bunu ele veriyor. Ben babam ile kalırken bu ev böyle kokmazdı. Arka odalara baktığımda yerde duran döşeklere ilişti gözüm. Belli ki eskiden evim olan yerde beş kişilik bir aile yaşıyor. Odanın ortasında da küçük bir tandırın etrafında kümelenmiş üç ayrı döşek var, döşeklerden birine uzandım. Yarama bastırdığım beyaz ceketim koyu al bir renge dönmüş.

***

Su işlerinde memurluk yapan amcamın bana gönderdiği üç kuruş harçlığı biriktirip kendim güzelinden bordo bir ceket almıştım. Diğer çocuklar buna çok gücenmiş olacaklardı ki ceketi almamdan sonra iyice dışladılar beni. Yalnız geçirdiğim günlerde sık sık kitap okurdum. Okumak beni daha da yalnızlaştırırdı. Yatakhaneye biri girip, benim yalnız başıma oturup kitap okuduğumu gördüğünde kınayıcı bakışlar atmaktan çekinmezdi.

O dönemler liseye yeni başlamıştım yurduma yakın, iki katlı hoş bir liseydi. Bahçesi genişçe, sırtı dağa dayalı bir binaydı. Her gün yürüyerek gider gelirdim. Derslerinde de başarılı bir gençtim. İçe kapanık büyüdüğüm için pek üzerime gelinmezdi ama hayatımın başlarında olduğum kadar da yalnız sayılmazdım burada. Arkadaşlığı lisede öğrendim. Yurdumdan olmayan kim varsa az çok beni tanır sohbet ederdi. Çok sivrilen bir tip olmadığım için pek anlatacak bir şeyim de yok açıkçası. Başarılı bir şekilde liseyi bitirip hem liseden hem yurttan ayrıldım.

Yurttan çıkar çıkmaz iş aramaya koyuldum devletin yaptığı memuriyet sınavına girdim. Nasıl olmuşsa başarısız oldum. Daha sonra duydum ki o sınavda şaibe varmış. Amcamın yanına kısa süreli yerleştim. Uzun süre yapabileceğim masa başı bir iş aradım gel gör ki Gümüşhane gibi bir yerde böyle bir iş bulmak hele ki çevresi olmayan yetim bir kimseyseniz oldukça zor bir durum. Amcam bir iş bulup hemen evi terk etmem gerektiğini hissettirdi. Bende aklıma gelen ilk iş kamyonculuğa başladım ilk birkaç ay kısa mesafe git gel yaptıktan sonra ehliyetimi aldım, düştüm uzun yollara. Bu sırada amcamın yanından ayrılıp babamın köydeki evine yerleştim. Babam ben daha köyden gideli iki yıl olmadan köyü terk etmiş. Kimse nereye gittiğini de bilmiyor. Birkaç yıl uzun yol şoförlüğü yapıp para biriktirdim. Köyde adım çıktı. Ne bok olsa benden bilir oldular. Zaten bekar olmam onlar için yeterli bir sebepti. Bir olup beni köyden gönderdiler. Gümüşhane’nin merkezinde küçük bir apartman dairesine kiraya çıktım. Her şey işte bu noktada patlak verdi.

***

Uzandığım yerde beni bir titreme aldı. Evin soğukluğundan mıdır yoksa kanamamdan mı bilmem ama bulunmamak için donup can vermeye razı değilim. Doğrulmaya çalıştığım sırada bıçak yaram bir anda sancıdı. Sanki tekrardan bıçak yemiş gibi oldum. Yine de bir şekilde ayaktaydım. Gelip uzandığım döşekten daha zayıf kalktım. Bir an önce yakacak bir şeyler bulup tekrardan uzanma isteği aklımı ele geçirmiş gibi. Tek istediğim biraz dinlenmek. Dışarı çıktım. Geldiğimden bu yana hava iyiden iyiye kararmıştı. Ayağımı yere sürerek odunluğun başına geldim. Odunluk bana geçmişte babama yaptığım şakayı hatırlattı.

***

Küçükken sık sık babamın eve geldiği saatlerde kaybolmuş numarası yapardım. Sarhoş adam bir o yana bir bu yana dolanırken gizlice kömürlükten çıkar eve girerdim. Hiç de odunluğa bakmayı akıl edemezdi. Bu düşünce tuhaf bir biçimde içimi ısıttı. Acaba babamı ben mi kafamda kötü belledim, yoksa o kadar kötü ve sorumsuz değil miydi? Odunlukta kalmış olan birkaç parça odunu kovaya koyup içeri taşıdım. Tandırı yaktıktan sonra tekrardan döşeğe uzandım. Aklıma odunluğun başındaki düşünce geldi. Acaba babama büyüdükçe daha bir hak verir mi oldum.

***

Henüz ünüm Gümüşhane ve çevre illere yayılmadan önce vasat bir hayata sahip, basit adamlardandım. Kamyoncular arasında alkol alan arkadaşlarla bir masa kurmuş, rakı içiyorduk. Sofra pek zengin değildi biraz peynir, birkaç parça üzüm vardı. Bir yandan da radyodan Trabzonspor’un o tarihteki maçını dinliyorduk. Ortam her zamanki gibi sessizdi diğer kamyoncularda bir kenara park etmiş pek kalabalık olmayan gruplar halinde sohbet ediyordu. Ne oldu nasıl oldu pek takip edemeden bir anda ortaya iki adet siyah Mercedes yanaştı. Arabaların arkasından kalkan toz bulutu geçene kadar neyin geldiğini anlamadık. Toz bulutu geçtikten sonra fark ettim arabalardan dörder adam indi. Herkes bu adamların etrafına toplamaya başladı. Bizde arkadaşlarla kalktık gittik. Ben arka sırada kaldığım için pek duyamadım ama adam bizi tehdit eder gibi konuşuyordu sürekli ”bundan sonra…” deyip duruyordu. Önümdeki arkadaşları yararak adamların karşısına çıktım. Alkolünde verdiği cesaretle konuşmaya başladım

”Kimsiniz lan siz”

”bizi buraya cengiz dayı gönderdi. Asıl sen kimsin aslanım” Cengiz dayı dediği herifi az çok tanırdım namı da vardı elbet ama gücü öyle herkese yeten bir tip değildi ”Bende buranın dayısıyım. Burada Cengiz’i de tanımıyoruz. Siktirin gidin şimdi.” Benim bu sözümden sonra adam delirmiş gibi üzerime geldi. Birkaç yumruğunu savuşturduktan sonra adamı yere derdest ettim. Yerde kıvranırken arkadaşları bana doğru gelecek oldular ama; arkamdaki kalabalıktan çekinip yerde kıvranan adamı da alıp kaçtılar. İşte o gün namım ilk olarak kamyoncular arasında yayıldı. Ardından Cengiz’in adamlarına yaptığım duyulunca tüm civara yayıldı. Başlarda sakin kişilikli ve giyimine özen gösteren biri olduğum için arkadaşlarım birazda esprili biçimde bana Zarif dayı lakabını taktı. Sonraları namımı duyan bir adamcağızın borçlarını kapatmasına yardımım dokundu. Ardından da bir başka kadının kocasından ayrılmak istediğini adamın razı olmadığı şikâyeti üzerine adamla konuşup adamı razı ettim. Yöre halkına yardımım da dokununca Zarif dayı olup çıkıverdim.

Nispeten saygın biri oldum. Namım üzerine birkaç mekân açıp oraları işletmeye başladım. Savcısı, hâkimi, emniyet müdürü, kim varsa benim mekanlarıma gelip gider oldu. Onlar da dostum oldu. Bu süreçte hep şiddetten uzak durdum ismime bir leke dahi sürülmedi. Ta ki o çocuğa yaptığım eziyete kadar.

Âşık olmuştum, benden on yaş genç bir kadına. İstanbul’dan buraya öğretmenlik yapmak için gelmiş. Onunla bir kaza sonucu karşılaştım. Şoförümün hatasıyla: Bir kırmızı ışıkta gerçekleşti kaza. Kendimi affettirmek bahanesiyle mekanıma davet ettim, sağ olsun kırmadı geldi. Çok güzel bir akşam yemeği yedikten sonra kendisini eve bıraktım. Devam eden günlerde de sık sık onu ziyaret eder oldum. Hatta evlenmeyi bile geçiriyordum aklımdan. Benden başka bir aşığı daha varmış, genç bir çocuk. Bana onu rahatsız ettiğini söyleyince sinirden gözüm döndü, apar topar çocuğu yanıma çağırttım. Zaten gelmeden önce hırpalanmış çocuğu bir güzel dövdüm. Biraz fazla kaçıracak oldum ki, ertesi gün dövdüğüm çocuğun komaya girdiğini öğrendim. Öğrendiklerim sadece bununla sınırlı kalmadı. Meğerse çocuk Cengiz’in de onun için çalıştığı, benimde müşterim olan Süleyman Bey’in çocuğuymuş. Ölüm fermanımı duymak çok sürmedi. Mekanımdan çıkarken Süleyman’ın adamlarından biri önümü kesip beni bıçakladı yanımdakiler adamı üzerimden aldılar. Bende arabama atladığım gibi kaçmaya başladım.

***

Gün ağaramaya yakın benimle aynı mesleği yapan yeğenlerimden birinin kamyonu kaldığım köy evine yanaştı. Salondan dışarı temkinlice kapının önüne çıktım. Karşımda tanıdık yüzler görmek, hele ki böyle zorlu bir zamanda paha biçilemez bir duyguydu. Kamyondan dışarı inen genç adam ve ona çok benzeyen bir başka gençle beraber beni kapının önünde bulunan derme çatma bir bahçe oturağına yatırdılar. Titremeyi bir türlü durduramıyorum, yeğenlerimin de beni böyle görmesi huzursuz ediyor. Yeğenimin yanındaki genç lafa karıştı ”nasılsın” zar zor ”iyiyim” diyebildim ”şu dertten kurtulsam daha iyi olacağım.”

Barış PERKTAŞ

ETİKETLER: , , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.