İnsanları yalan söylemeye iten başlıca iki sebep, korku ve çıkar kaygısıdır ve bizler çocuklarımızı yetiştirirken, ilkin, yalanları besleyen bu iki sebebi yok etmeliyiz. Sonunda ağır cezalarla karşılaşacağını bilen çocuktan, nasıl doğru söylemesini bekleyebilir ya da bugün başkalarına yalan söylettirdiğimiz çocuğa, yarın bize dürüst davranmadığında nasıl kızabiliriz?
Geçenlerde bir aile ziyaretimde, evin anne ve babası bana çocuklarından gizli sigara içtiklerinden bahsettiler. Neden böyle bir şeye gerek duyduklarını sorduğumdaysa, verdikleri cevap ilginçti. “Çocuklarımıza kötü örnek olmak istemediğimiz için.
“Peki” dedim “Varsayalım, sigara içerken çocuklarınıza yakalandınız. O zaman ne olacak? Siz onlara sigara içmediğinizi söylüyorsunuz ama gün geliyor, onlar sizi sigara içerken yakalıyorlar. Bu kez de, iyi örnek olmak isterken, yalancı durumuna düşmez misiniz?” diye üsteledim.
Birbirlerine baktılar. Şaşkındılar. Baba çaresizlik içinde “Tamam da Tamer bey, başka türlü nasıl yapabiliriz ki? Doğrusu ne, inanın şimdi kafam iyice karıştı.” dedi.
Gülümsedim.
“Sanırım öncelikle hepimiz bir şeyi çok iyi öğrenmeliyiz. Bir şeyin kötü olduğunu düşünüyorsak, yapmayalım ya da yaptığımız her neyse, onun arkasında durmasını bilelim. Çünkü aile içi ilişkilerde, kötü örnek olmamak adına bir takım yalanların ardına sığınmak, oldukça tehlikeli ve zararlı bir oyundur. Meselâ, sizin durumunuzu ele alalım. Çocuklarınızın yanında, evin içinde sigara içmemeniz, sizin ne kadar sorumluluk sahibi olduğunuza delalettir ve kesinlikle takdir edilecek de bir durumdur. Yalnız, çocuklarınıza sigara içmediğinizi söyleyip, kapı arkalarında ya da kuytularda gizli sigara içmeniz de bir o kadar üstünde düşünülmesi gereken bir davranıştır. Çocuklarınız bununla ilgili sorular sorduğunda, onlara karşı dürüst olmak, sigara kullandığınızı ama bundan hoşnut olmadığınızı ve kısa bir zamanda, bir yolunu bulup, sigarayı bırakmayı deneyeceğinizi anlatmanız, daha sonra oluşabilecek bir güvensizliği de ortadan kaldıracaktır.”
Anne ve babanın yaptıkları bu hata ya da benzerleri aslında birçok ailede yaşanılıyor ve yaşatılıyor. Beni, çocuklarımıza dürüstlükle ilgili akıl vermekten, saatlerce konuşmaktan ve bir torba laf etmektense, onlara kendi yaşantımızdan örnekler vermenin ve bir şeyleri eylemlerimizle anlatmanın çok daha doğru olduğuna inanıyorum. Çünkü daha sonra, öz ile özün birbirini tutmadığı anlar çocuklarımızda kafa karışıklığına ve doğruyu/yanlışı belirleme sorununa sebep oluyor.
Yine, daha net anlaşılması için, konuyla ilgili, şahit olduğum bir olayı örnek vermek istiyorum.
İki çocuklu bir aile pazar günü için bir program yapmışlardı ve kahvaltıdan sonra hep birlikte bisiklet turuna çıkacaklardı. Fakat tam kahvaltıyı bitirmişledi ki, telefon çaldı. Arayan bir tanıdıktı ve aileyi ziyarete gelmek istiyordu. Telefona çıkan baba, sahte bir gülümsemeyle “Elbette buyurun, bekleriz.” deyip telefonu kapattı, sonra da, kahvaltı masasına dönüp, sinir içinde ‘Ya hu insan böyle son anda mı arar? Bunlarda da hiç düşünce yok.” diye söylendi durdu.
Çocuklar birbirlerine baktılar ama babalarına bir şey diyemediler.
Eğer diyebilselerdi “Ya baba, senin biraz önce telefonda konuştuğunla, şimdi söylediğin çok farklı değil mi?” diye soracaklardı. Soramadılar ama o anda kafalarında oluşan soru işaretinin, hayatları boyunca onlara eşlik edeceği belli olmuştu.
Babanın yapması gereken, gerçeği söylemek ve kibar bir dille “Elbette ziyaretinize çok seviniriz ama önceden çocuklarımızla birlikte planladığımız bir gezi var ve son anda onu iptal edersek, çocuklarımızı da üzmüş oluruz. Lütfen, sizin için de uygunsa, haftaya pazar gelin.” demekti ama birileri kırılır, üzülür, yanlış anlar ya da gönül koyar diye diyemedi. Bizim ülkece böyle bir sıkıntımız var. Nedense, dürüst olmayı, gerçeği söylemeyi ve hayır demeyi beceremiyoruz ve becerenleri de ayıplıyoruz. Bu hallerimizi gören çocuklarımız da zamanla içlerinden geçeni dile getirmek yerine, bizler gibi binbir türlü sebebin ya da yalanın ipine sarılıyor.
Örneğin, her akşam masa başında keyifle alkol içen ama içerken de çocuklarına “Alkol çok zararlıdır, alkolden uzak durun. İçtiğinizi görürsem, yeminle kırarım kemiklerinizi.” diyen babayı ya da sabahtan akşama, insanı aptallaştıran dizilerin başından kalkmayıp ama her fırsatta da çocuklarının ellerine hiç kitap almadıklarından şikayet eden bir anneyi çocukları ne kadar ciddiye alır ki?
Eylemlerimiz her zaman cümlelerimizin önünde yürümeli ve ne kadar konuşursak konuşalım, çocuklarımızın ayak izlerimizi takip ettiklerini unutmamalıyız.
***
İnsanları yalan söylemeye iten başlıca iki sebep, korku ve çıkar kaygısıdır ve bizler çocuklarımızı yetiştirirken, ilkin, yalanları besleyen bu iki sebebi yok etmeliyiz. Sonunda ağır cezalarla karşılaşacağını bilen çocuktan, nasıl doğru söylemesini bekleyebilir ya da bugün başkalarına yalan söylettirdiğimiz çocuğa, yarın bize dürüst davranmadığında nasıl kızabiliriz?
Korku ve çıkar kaygısının yaşandığı ailelerde, ortak amaç ve gönüllü birliktelik yoktur. İlişkilerin tamamı korkuya dayalı saygı ile çıkar kaygısının maskelediği sevgi arasına sıkışmıştır. Bireyler bedensel olarak bir arada olsalar, akılları, kalpleri, ruhları başka başka yerlerdedir! Aynı evin içinde yatıp kalkan ama birbirlerinden kilometrelerce uzakta yaşayan bireyler…
Peki, ben bu akşam bütün bunları neden yazdım? Çünkü toplumsal çürümenin, yozlaşmanın, iki yüzlülüğün ve güce biat etmenin temelini tam bu yukarıda anlattıklarım oluşturuyor. Çocukken horlanmış, değer görmemiş, sevilmemiş, desteklenmemiş, yetişkin olduklarındayısa, sözleri/eylemleri birbirini tutmayan, şiddeti çözüm gören, kendinden küçüklere söz hakkı tanımayan ve devletten, devletin yasalarından, yasaklarından, cezalarından korkan ebeveynlerin yetiştirdiği çocuklar da büyüdüklerinde aynı şeyleri kendi çocuklarına öğretiyor. Yani, yazdığım bu durum, bir zincirin halkaları gibi paslanarak uzayıp gidiyor.
Bedeller ödemek zorunda kalsak da, yaptığımız işin, söylediğimiz sözün arkasında durmak, vicdanlı olmak, gücümüzü iyiden ve güzelden yana kullanmak, ayırım yapmamak, kimseyi ötelememek, itelememek, söylediklerimizle değil, ettiklerimizle çocuklarımızın gözünde “örnek” olmak, çocuklarımıza bırakacağımız en önemli mirastır. Çoğunluğa benzeyerek kalabalıklarda azalmaktansa, kendimiz olmaya çalışıp, içimizde çoğalmalıyız. Varsın, hayatımızda üç insan az olsun. Varsın, birileri de bizi sevmesin. Herkesin sevdiği olma gayreti, bir süre sonra insanın özünden nefret etmesine sebep oluyor!
Paslanarak uzayan bu zincir bir yerinden kopsun, kopmalı, koparmalıyız.
***
Özünüze rast gelesiniz.
Sevgiyle.
T a m e r D u r s u n