(Notlarım…)
Bugün yine erken uyandım. Farklı duyguların karmaşıklığı içerisinde… Ulu Önder Atatürk’ün ölüm yıl dönümü. Her yıl olduğu gibi saygımı sunmam gerektiğini biliyordum. Saat dokuzu beş geçe, salonun ortasına durdum. Dışarıdan gelen ve acı acı öten siren seslerine kulaklarımı bıraktım. Kulaklarım sesteydi ama zihnim geçmişe yolculuğa çıktı, buğulu gözlerimi kapattım. Bu insana her zaman hayranlık duymuşumdur. Onun hayatını fırsat buldukça incelemiştim. Nasıl olur da bir yetim çocuk, bir ulusu kurtaracak bir lidere dönüşmüştü? Onu diğer insanlardan farklı kılan özelliği neydi? O da benim gibi ölümlü bir insandı; kalbi, duyguları vardı… Onunla ilgili youtube kanalımda bir video çektim. amatörce, onu anlatmaya çalıştım. Belki de ona karşı borcumu ödemek içindi, bilemiyorum… Ya da borcumu hiç ödeyemeyecektim… Şu an bunları yazıyor olmak dahi belki de onun bilge cesaretinin sonucuydu… Hayatını inceledikçe, gücünü bilgiden aldığını fark etmiştim. Birkaç yerde denk geldiğim hatıratlarında, at sırtında giderken dahi kitap okuyordu. Dört bin civarı okunan kitap… Merakım, şaşkınlığa dönüşmüştü. Bu kadar bilginin girdiği bir zihin yaşamın nelerini fark etmişti, kim bilir… Yüzyılları görebilen bir uz görü Küçücük zihnimde, onun bildiklerinin sınırsız olduğunu hayal etmiştim… Belki de tek bir amacı vardı; sınırsız bildiklerini mensubu olduğu yüce milletine aktarabilmekti… Ruhu şad olsun…