Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Az Bulutlu
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Çok Bulutlu
11°C
Salı Az Bulutlu
12°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
13°C

ÜLKEDE AYDINLARIN VASFI

7 Eylül 2023 20:41
250
A+
A-

19. asrın başlarına kadar aydının kaderi ya padişahın ya da kralın elindedir. Namık Kemaller, Tevfik Fikretler, M. Akifler, Nazımlar ve Kemal Tahirlerin başında ya hapishane kuşu konmuştur ya da sürgün… On dokuzuncu asrın sonunda Avrupa’da kralların nüfuzu; yazarların kolektif mücadeleleri sonucunda yavaş yavaş azalırsa da ülkemizde hala devam etmektedir. Halbuki Kemal Tahir, M. Akif ve Nazımların sürgüne gönderildiği dönemde İngiltere’de yazarların kolektif yazıları sonunda hükumet istifa etmek zorunda kalmaktaydı. Ve bundan sonra Avrupa’da yazarlar; hükumetleri tarafından ciddiye alınmaya başlar. Artık Avrupa’da hükumetlerin çevresinde haykıran yazarları susturmak neredeyse imkansızlaşır. Çünkü Avrupa’da aydınlarla beraber halkın sınıfı da yazarlara kol kanat gerecek olması oluyordu. Ve Avrupa’da yasama ve yürütme belli kanunların çerçevesinde yazarlara karşı girişilen hücumlarına karşılık kendine çeki düzen vermek zorunda kalıyordu. Güya bizim ülkemizde de aynı prensipler üzerinde düzenlemeler yapılmıştır ama bizim ülkede hep bu kurallar çarpıtılmıştır. Hükumetler endişeye kapılınca ya kendileri baskı yapmış ya da yazarlara yapılan kanunsuz baskılara göz yummuştur. Ne yazık ki bizde hükumetlerin yaptığı kendi temellerini kemiren eleştiri dolu bir tartışmanın kapısını yazarlara açmış olması… Ama gözden kaçan bir gerçek vardı. Hükumetler tasvip etmediği yazarları vazgeçirtmek istese de onları tamamıyla yok edemez. Demek ki hükumetler ciddi olarak yazarları kontrol altına almak istese de gücü yetmemektedir. Yazarlar, eleştirmeye o kadar alışıktırlar ki dillerine doladığı yönetimlerin ömrü pek uzun sürmemektedir. Tarihimizde süregelen hürriyetimizi düşünüyordum. Düşündüğümü haber veren; hürriyetimiz olabilir miydi? Bu düşünceyle kafama yapışan tabii ki bizim hürriyetin hikayesi… Hikaye acıklı ve acıklı hatırasıyla yaşamaktan vazgeçmiyoruz. Hürriyetimiz hep hora tepiyor. Hora teperken, hep tekrarladığı kendi şarkılarını söylüyor. Ama dinleyenler hürriyetin hapishanede kaldığını söylüyorlar. Ve ekliyorlar hürriyeti hücrede ve hikayelerini de ancak hapishanelerde yaşayanlardan dinleyebilirsiniz. Bunu söyleyenlerin aslında mahpusta kalanlara özür borcu var. Açıkçası hürriyet mefhumu yokken, tehdit eder gibi özgürlüğümüzü konuşamayacağımızı hatırlatıyorlar… Hatırlatsalar da hürriyetimiz ele avuca sığmayan bir dilber… Dilber isyankar… Hücrede bile esas duruşa geçmiyor. Sadaka gibi verilen hürriyeti kabullenmezken, ancak eldeki kalemle kanının ateşi yükseliyor. Köle yapılan halk bir kaya parçası değil… Hürriyet severler, solucanların bile barınmadığı bu bataklıkta ses çıkarmadan duramaz. Zaten sessiz dursalar affedilmez günahları olacak… Kanunlarımızda hürriyet mefhumu yok. Biz Fransız devriminden sonra bu esrarengiz kelimeyi duyduk. Ama duyduğumuz hürriyet, kelimesiyle ve anlamıyla bize verilmedi. Gülhane hatt-ı Hümayunda boy gösteren bu kelime bizim için değildi. Yeni tanınan bu nazlı kelime Anadolu halkı için değil ancak Osmanlıların topraklarında yaşayan azınlıklar için kullanıldı. Bu kelime artık tehdit eder gibi gavura, gavur denmeyeceğini haykırıyordu. Daha doğrusu: Hukukla hürriyet gavura veriliyordu. Başka bir deyişle onların can, mal ve itibar güvenliği bu hürriyetle sağlanıyordu. Bize verilmeyen hürriyet hakkı ise; ele avuca sığmayan bir dilberdi… Osmanlılarda bu kelimeyi fethetmek için önce Namık Kemal ayaklandı sonra da Tevfik Fikret ve M. Akif… Ayaklanmak için haklı mıydılar? Evet. Çünkü hürriyetin yabancılara sağladığını kendilerine sağlamıyordu. M. Akif istiklal marşıyla köleliği kabullenmediğini haykırırken, Namık Kemal hürriyetsiz olmayı kabullenmez ve cenge hazırlanan bir cengaver gibi kükrer: Ne demişti bu hürriyet sevdalısı şair: “Celladın can alan kemendi kahreden ejder de olsa, esaret zincirinden bin kere hayırlı.” Sonra hürriyeti kısanlara seslenir: “Sakın milletin müeddep ve fedakar çocuklarına dokunayım demeyin; zulmün kılıcı, kanımızın ateşinde erir.”

Ibrahim Ayğırcı

Yazarın Diğer Yazıları
29 Eylül 2022 21:35
17 Kasım 2022 13:13
30 Mart 2024 15:54
5 Nisan 2023 01:46
27 Eylül 2024 13:40
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.