Türk edebiyatının köklü damarında şiir daima başat bir tür olmuştur. Sözlü geleneğin destanlarından başlayarak divan şairlerinin saraylarda okunan kasidelerine, halk ozanlarının meydanlarda sazla söylediği koşmalardan Cumhuriyet dönemi dergiciliğine kadar şiir, hem sanat hem de toplumsal söz olagelmiştir.
Ancak şiirin yalnızca estetik bir ifade olmadığını, aynı zamanda bir pazar meselesi olduğunu da görmek gerekir. Divan şairinin pazarı saraydır; şair, padişaha ve devlet büyüklerine kaside sunarak geçim sağlar. Halk ozanının pazarı köy meydanıdır; şiirinin karşılığı çoğu zaman bir tas çorba ya da verilen saygıdır. Tanzimat’tan sonra ise matbaa, gazete ve dergiler yeni bir pazar açar. Şair artık yalnızca beylerin değil, geniş okur kitlesinin karşısına çıkar.
Cumhuriyet döneminde şiirin pazarı çeşitlenir. Dergiler, yayınevleri, şiir antolojileri ve ödüller üzerinden şiir bir dolaşım alanına kavuşur. Ancak roman ve öyküye kıyasla şiirin ekonomik getirisi sınırlı kalır. Şairler, şiiri bir geçim kaynağından çok, bir idealin ve sanatsal varoluşun alanı olarak görür.
Günümüzde ise şiirin pazarı daralmıştır. Okur ilgisi roman ve popüler türlere kaymış, yayınevleri şiiri geri planda tutmaya başlamıştır. Yine de şiir, kendi özel pazarını korur: edebiyat dergileri, bağımsız yayınevleri, sosyal medya platformları, şiir festivalleri… Şairler de bu yeni mecralarda kendine görünürlük sağlar.
Sonuçta Türk edebiyatında şiir ve şairin pazarı her dönemde biçim değiştirmiştir. Saraydan köy meydanına, gazeteden dijital dünyaya uzanan bu süreç, aslında şiirin hayata tutunma biçimidir. Ekonomik getirisi sınırlı olsa da şiirin değeri, pazarın ötesinde, insanın kalbine dokunma gücünde saklıdır.
Süleyman GÜZEL
slymngzl9@gmail.com