O gün bakışları çok tuhaftı…
Sanki gözlerinde yıldırımlar çakıyor, gökyüzünü ateşe boğuyordu.
O gözlere uzun süre bakamıyordum — beni yakan, sessizce büyüleyen o gözlere. …
Gözlerinin rengine tutulmuştum.
Renkler arasında ona benzeyen bir ton yoktu.
Benim dünyamda onun gözlerinin eşi benzeri olmayan bir rengi vardı.
Doğa henüz o rengi ne bir çiçeğe nede bir denize vermemişti.
O rengi yalnızca sevebilen, sevdiğinin gözlerinin büyüsüne kapılan ve o büyünün derinliğinde kaybolan biri hissedebilirdi.
Gözlerinin kaynağını fırtınalı bir denize benzetiyordum — kıyıya ulaşmaya çalışan, coşkulu, dalgalı bir denize…
O denizin koynunda uyumak istiyordum.
Fırtınalı denizleri severim; öfkelerinde garip bir sakinlik vardır.
Hüzünlü anlarımda kabaran dalgalara bakmaktan doymadığım gibi, gözlerinin derinliğini seyretmekten de doymuyordum.
Dalgalar kıyıya vururken içimde bir ses diyordu: “O dalgalar benim…”
Onu ilk gördüğümde çok somurtkan olduğunu düşünmüştüm.
Ama bakışlarımız karşılaştığında bir anlığına kendime yabancı oluyordum.
O an tüm sesler susuyor gibiydi, ben ise gözlerinin içinde kayboluyordum.
O bakışlar beni büyülemişti.
Gözlerinde dalgalanan aşk denizinde yelkeni olmayan bir kayığa dönüştüm.
O denizde kendi kıyımı bulmak için yüzmeye başladım…
Ama biliyordum ki, bu kıyı benim için Everest zirvesi gibiydi — ulaşılmaz, uzak, ama yine de çekici.
O deniz beni — yelkeni olmayan kayığı — kendi koynunda acılara mahkûm etti.
Biliyordum ki, bu yalnız kayık asla kabaran dalgaların ebedi sakini olamayacak.
O denizin kayıtsızlığı ve soğukluğu bu kayığı bir ömür sevgiye hasret bırakacak.
Bütün bunları bildiğim halde, o coşkulu denizin — gözlerinin — girdabına kapıldım.
Her göz kırptığında onu kaybetme korkusu kalbimde yuva kuruyordu.
O deniz gözlü meleğe kavuşamadım, ama gözlerinin derinliğinde sonsuzluğa ulaştım.
Aşk mezarlığına bir mezar daha eklendi.
Mezar taşına yazıldı:
“Yüzerken yaşamanın değil, dibe varmanın yolunu bulmak …”
Halide Halid