Kahve içiyorum. Hem de Türk kahvesi. Bu yaşıma kadar fal baktırmak amacıyla burnumu tıkayarak içtiğim bol şekerli kahveleri ve yanında suyu kafama dikme çabalarımı saymazsak.
Üniversite yıllarımda Taksim’de bir kafede genç bir çocuk bakmıştı falıma. Hep gidiyordum. Burnumu tıkayıp kahveyi içmeye çalışıyordum. Fal baktırmaktı amacım. Sıramı da dört gözle beklerdim. Bazen tutardı falım bazen de tuttu sanırdım.
Farkında olmadan ben de fal bakmayı öğrendim. Arkadaşlarımın fincanlarına baktığımda benzetmelerim tutmaya başladı ama ben hala içmiyordum, içemiyordum.
Çok uzun zaman oluyor kahve içmeyeli. Evlendiğimde 26 yaşındaydım. Eşim kahve hastası. Kayınvalidem de öyle. Günde üç fincan kahve içmeseler günlerini devam ettiremezler. Bu yüzden Türk kahvesi pişirmede uzman oldum ister istemez. Gelen on kişilik misafirlere de aynı anda kahve pişirebiliyorum. Bu kadar güzelini hiç içmedim diyenler bile oluyor. Onlara yeni aldığım fincan takımlarımla sunumlar yapıyor arada fallar bile bakıyorum. Eğlenceli geçiyor kahve muhabbetleri.
Evlendikten sonra öğrendim ki sabah saat on bir kahve içme saati. Buluşmalar kahve saatine göre ayarlanıyor. Kahveye sana mı gelsem? Kahveye de bekleriz sözlerini pek duyar oldum. Bir de kahveyi keyifle yudumlayıp yanında sigara içenleri merak ediyorum. Ne anlıyorlar acaba? Gerçekten de bir kahvenin kırk yıl hatırı var mıydı?
Rafet’im canım kocacığım seni seviyorum ama bu kahve bana çok acı geliyor. Midemi bulandırıyor. Çarpıntı yapıyor. “Dokunuyor işte!” diyorum her defasında.
Evliliğimizin altıncı yılı. Anlamıyorum. Küçük kızlarım, babaları kahveyi bitirdikten sonra fincanı parmaklayıp her içtiğinde peşinden koşuyorlar. Bayılıyorlar. Hem de şekersiz içiyorlar. Kızıyorum ama nafile. Hiç üç yaşındaki, beş yaşındaki çocuk kahve içer mi? İnanamıyorum. Arap olursun lafından bile korkmuyorlar. Acaba ben de içsem rahatlar mıyım diye düşünüyorum hem de ailem bu kadar bağımlıyken.
Bir gün, yararlarını araştırayım diyorum. Aman Tanrım! Süper! Çok yararlıymış meğer. Saymakla bitmiyor yaraları. Ağrı kesici, bağışıklık güçlendirici, zihin açıcı, dinlendirici vs.
Neskafe ve bitki çayları cazip gelmiyor artık bana. Türk kahvesini denemeye karar veriyorum. Önce damla sakızlıdan başlıyorum. Mideme iyi gelsin diye. Bir zaman sonra ağır gelmeye başlıyor onu da bırakıyorum. Cesaretim gene kırılıyor. Ben içemeyeceğim, tamam diyorum. Arkadaş toplantılarında bana kahve içer misin diye sormuyorlar artık. Sonraları garipsemeye başladığım bu durumdan sıkılmaya başlıyorum, tekrar denemeye karar veriyorum. Kimse yararı olsun diye içmiyor sonuçta, keyif için içiyorlar, biliyorum.
Kahvaltıdan sonra içtiğim kahveler çarpıntımı hızlandırıyor. Elimi ayağımı bile titretiyor. Yok arkadaş yok olmuyor işte. Kahve benimle mücadele ediyor, sanki dalga geçiyor. Bir de fincanı küçük bulanlar geliyor aklıma; nasıl bu kadar büyük fincanla içebiliyorlar? Aklım almıyor.
Bir akşam neden eşimle karşılıklı içmeyeyim diye ona kahve yaparken bir fincan da kendime hazırladım. İki şekerliydi benimkisi. Kokusu çok güzeldi. Denildiği gibi uyku kaçırır mıydı? Olsun yine de deneyecektim. Sabah dokunuyorsa akşam deneyecektim. Şekersiz içemiyorsam, bol şekerli içecektim. En sevdiğim fincanın yanına lokum da koyup içecektim.
Akşamları günün yorgunluğu oluyor üstümde. Bu aralar aynı saatlerde canım çekiyor. Çarpıntı yapmıyor, uykumu kaçırmıyor, aksine rahatlatıyor. Evet, evet içiyorum. Sanki büyük bir şey başarmış gibi seviniyorum.
Bir akşam şekersiz kahveyi eşime vereceğime yanlışlıkla ben içiyorum. O an suratımın ifadesi görülmeye değerdi. Kusuyordum nerdeyse. Ne oluyor dedim kendi kendime; tam da alışmaya başlamışken, fincanlar karışmış meğer, şekersizi bana denk gelmiş.
Ver şunu dedim bir hışımla. O, benim dedim. Yine kahveler benimle, oyun oynuyor. Yılmıyorum bırakmıyorum. Alışanların kervanına katılıyorum. Gerçekten onu yudumlarken ben de zevk alıyorum, hem de tek başıma. Kimseye ihtiyaç duymadan kahvemi yudumluyorum.
Ey Türk kahvesi sen nelere kadirsin! Ne kadar uzun zaman olmuş sana kavuşmayalı. Evet ben de kahve içiyorum.
Hem de iki şekerli…