Temmuz sıcağının altında yanan Girne kıyılarında, savaşın ayak sesleri bile rüzgârın uğultusuna karışmıştı. Deniz, alışılmadık bir telaşla dalgalarını sahile vuruyor, sanki olacakları önceden sezip kıyıyı uyarmaya çalışıyordu. Uğur Teğmen, geminin bordasından ufka bakarken bir yandan parmaklarını tüfeğinin kayışında gezdiriyordu. Henüz yirmi yedi yaşında, Anadolu’nun içinden kopup gelmiş bir gençti. Ama gözlerindeki ifade, o yaşa sığmayacak kadar derindi; çünkü geride bir köy, bir aile ve daha doğmamış bir çocuk bırakmıştı. “Yavru vatan” diyordu herkes. Ama Uğur’un gözünde o toprak, bir çocuğun annesine sığınışı gibiydi. Adanın kalbinde aylardır kan vardı, ağıt vardı. Larnaka’da kurşuna dizilen çocukların çığlığı, Mağusa’da harabeye dönen evlerin sessizliği hâlâ kulaklarda çınlıyordu. Onlar kıyıya çıktıklarında artık geriye dönüş yoktu. Çünkü bu, yalnızca bir askeri operasyon değil, bir milletin onur savaşıydı. Çıkartma başlamıştı. Gemilerin motorları sabaha karşı susmuş, sahile yanaşan çıkarma botlarından askerler birer birer atlamıştı. Deniz, onların ayakları altında köpürüyor; ama o köpükler bile Girne’nin beyaz kayalıkları kadar soğuk görünüyordu. Silah sesleri uzaktan yankılanırken Uğur’un yüreği daha hızlı çarpıyordu. Karaya bastığı ilk an, Anadolu’nun kokusu yoktu burada; yalnızca barut ve ada otlarının buruk karışımı vardı. “Teğmenim, Girne’ye ulaşmalıyız. Rum çeteleri köylere saldırıyor.” Dedi Mehmet Onbaşı, yirmi yaşında, daha bıyığı terlememiş bir çocuk. Ama gözlerinde korku yerine öfke vardı. Çünkü o da, köyüne dönüp kardeşine oyuncak getireceğine yemin etmişti. Uğur başını salladı. Savaşın ne kadar acımasız olduğunu biliyordu. Daha geçen ay, Güzelyurt’tan gelen fotoğrafları görmüştü; yakılan camiler, yağmalanan evler, yaşlıların gövdelerini örten battaniyeler… Hepsi, bir milletin kalbine saplanmış hançerdi. Siperlere yaklaştıklarında ilk kurşun yanlarından geçti. Mehmet, dizlerinin üzerine çöktü. Uğur, gözlerini yumdu bir anlığına. Annesinin, “Oğlum, vatanı korumak kolay değil ama dönersen alnın ak dön.” Dediği gün geldi aklına. Sonra tüfeğini omuzladı. “Bu topraklar için korkmak yok!” diye bağırdı. Ve askerler, sanki Anadolu’nun her köyünden yükselen duaları arkalarına almışçasına ileri atıldılar. Savaş uzun sürdü. Saatler günleri kovaladı. Girne’nin sokakları duman altındaydı; ama bir sabah, güneş yeniden doğdu. Türk askerinin ay yıldızlı bayrağı Girne limanında dalgalanırken, Uğur Teğmen dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden süzülen yaş, barut kokusuna karıştı. “Bitti.” Dedi fısıltıyla. Mehmet, omzuna dokundu. “Teğmenim, dönüyoruz. Yavru vatan artık ana kucağında.” Ve o gün, Girne’nin gökyüzü yıllar sonra ilk kez barış için ağladı.