İncinmişti…
Kırılmıştı…
Paramparça olmuştu…
Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmemiş ve gece yarısı kendini yollara atmıştı. Oysa, ne çok hayal kurmuşlardı geleceğe dair… Araba kullanmak iyi gelirdi belki… Hıçkıra hıçkıra ağlarken aniden kahkahalarla gülmeye başlayıp, sevgilisi olmadan yaşayacağı geleceğin belirsizliğine, dalgın düşüncelere bırakıyordu bir anda kendini…
Hala direksiyon başında gibiydi; ama değildi. O gecenin etkisinden çıkamamıştı ve geçirdiği kazada şans eseri hafif yaralanmıştı. Hastaneden çıkalı üç dört gün olmuştu ve az önce anlamsız bir sebeple kendisini terk eden sevgilisi, hayatı boyunca biriktirdiği tüm anlamları yüklediği o kadın…
Gelmişti işte ve tam karşısında durmuş ona bakıyordu.
– Yarana bakabilir miyim?
– Hangisine? Hangisine!!
İçinde tuttuğu öfkeli bir acıyla uzaklaşmıştı sevgilisinin yanından; peri masalının sona erdiğini, artık serbest ve istediğini yapmakta özgür olduğunu söyleyerek…
Kalp kırıklıkları canını çok yakıyordu, başka ne yapabilirdi ki?
…
“Bir şeyi gerçekten seviyorsan bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse zaten hiç senin olmamıştır.”
Okumuşsunuzdur bu cümleyi Antoine de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens” kitabında veya bir yerlerde duymuşsunuzdur mutlaka… Antoine de Saint-Exupery bu kitabında, küçük bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyasını anlatır.
https://www.truvaedebiyatdergisi.com/…/denizden-gelen…
Serhan Poyraz