Gökyüzünden
Bir yıldız kaydı;
Adı ‘KONCA’…!
Bir yaz günüydü;
‘ON ALTI TEMMUZ’,
Sene
‘BİN DOKUZ YÜZ DOKSAN SEKİZ’…
Vakit akşamüstü…
Kopardılar yuvasından,
O şehr-i Mersin’den;
Yanındayken birlikte eşiyle,
‘KARANLIĞIN KALLEŞ BEKÇİLERİ’,
Âniden,
İvedilikle,
Hiç beklemeden…!
Apansızın koptu/kopartıldı aramızdan,
‘SAF BİR GÜL-GONCA’…!
Henüz çiçeği burnunda,
Yaş ‘OTUZ SEKİZ’…!
Aldılar o ‘GONCA’yı bizden,
Hiçbir suâl etmeden;
Ardında,
Dağ gibi bir yas bırakarak…!
Ko(y)madılar bize,
Kendisine daha doyamadan…!
Ve hemen,
Çıkartıldı o gece yolculuğuna,
Nam-ı diğer ‘ZULÜMÂT-I ESRÂ’…!
Bilinmez bir mechûle doğru;
Gözleri sımsıkı bağlı-örtülü,
‘DOMUZ BAĞI’yla
Elleri burgulu,
‘FİLİSTİN ASKISI’yla
Kendi sandukada…!
‘KARANLIK GÜÇLER’in
Tutsağı ve işkencesi altında olsa da her ne kadar,
Hem de ‘İŞKENCE SEANSLARI’ katilleri tarafından
Kaydedilmişken,
Düşüncesi ‘AYDIN’,
Kalbiyse bir kuş kadar ‘ÖZ-GÜR’…!
Aktı vakit,
Devasa ‘BEŞ YÜZ ELLİ BEŞ GÜN’,
Geçti nice bir zaman;
Koca bir yaz,
Sıkı kara bir kış, zemherî…
Ve bir de, sinsice
Upuzun bir sonbahar…!
Ezdi geçti üzerinden,
Kara, kapkara geceler!
Geceler kara,
En karadan daha kara, simsiyah, zifîrî…
Bilinmez,
Burası bir ‘KARANLIK SAYFA’…!
Bilinen-itiraf edilense
Onu boğan katil gencin,
Cinayeti-katliâmından önce
Kılmış olmasıydı,
Arsız-pişkin bir ‘ŞÜKÜR NAMAZI(!?)’
Günyüzü görmedi,
O ak,
Berrâk mı berrâk
Aydınlık yüzü.
Solumadı nefesi hiçbir dem…
Vahşet
Ve nem,
Nâm-ı diğer rutûbet,
Mantarımsı hava-atmosferden başka;
Orada,
O ‘YUSUF’UN ATILDIĞI KUYU’da,
Tutsak edildiği zindanda…!
Derken,
Ulaştı o acı,
Acıdan da acı haberi…!
‘YİRMİ ÜÇ OCAK İKİ BİN’,
[Oysa ön otopsi raporuna göre Konca Kuriş’in
‘SEKİZ-ON AY’ önce öldürüldüğü saptanmıştı zaten…!]
Bu kez güneş yuvasına
Matem içinde salınırken,
Bir ikindi sonu,
‘CESUR-MERT-HOYRAT;
HIRÇIN KIZI AKDENİZİN’…!
Düştü ocağına acılar oracıkta.
Acılar bir bir düştü
Birbiri üzerine.
Umutlar dağ gibi söndü.
Ve avucunda tutarken
O gülümseyen resmi.
Ve dahi ‘ÖKSÜZ’ kaldı;
‘SIRMA,
MUZAFFER,
YAHYA,
CEMÂL,
SENÂNUR…
İşte bunlar da,
Öksüz yavrularının ismi…!
Artık,
Son yolculuktur vakit şimdi.
Böyle mi olacaktı,
Bu muydu ödülü(!?)
Buymuş meğer
Tarihte hep olduğu gibi,
‘AYDINLIĞA ÇAĞIRAN O SESLERİN SONU’…!
Oysa hâk etmedi o böylesi bir vahşeti, akıbeti…
Karanlık,
Karanlığın kalleş bekçileri,
Kapkaranlık cellâtlar…
Söyleyin;
Sizin kutsal kitabınız,
Mertliğiniz-erkekliğiniz bu mu!?
Gözün arkada kalmasın,
Ey ‘GONCA GÜL’üm!
Ey ‘CESUR-MERT-HOYRAT;
HIRÇIN KIZI AKDENİZİN’
Ey ‘KONCA BACI’m!
Meraklanmayasın,
Vasiyetin yerine getirildi Adana’da,
Yerine geldi vasiyetin…!
Henüz Mersin,
‘MUĞDAT CAMİİ’nde
‘Cenaze Namazı’n,
Duâ’n yapılmadan daha,
Bu şiiri yazan,
Dostun, yoldaşın,
Kim bilir, belki de badi-kaderdaşın,
Kardeşin Zeki tarafından…!
Bu ne ilk, ne de son…!
‘SİCİLİ HAYLİ BOZUK İNSANLIK TARİHİ’nin;
Tarih boyu onca cinayet,
Onca katliâm,
Nice ve onca…
Gel gör ki,
Gökyüzünden
‘BİR YILDIZ -daha- KAYDI;
ADI ‘KONCA’…!
(*) Bkz. COŞKUNSU, Zeki; “Bir Yıldız Kaydı; Adı Konca…!”, ss. 10-13, -kısmî “revize” edilerek- Çakmak Ofset, (1. Basım), Adana, 2000.