Koltuklarını kabartarak birbirimizin iki hokka, İkramiyesi rindlik peşrevlerle, Bir hayat tüketiyoruz avare. Bildiğim bütün sözler sana dair. Bilmediğim kelimelere takılıyorum habire, Bildiklerimden size ne? Yunup yunup zühreye göz acılarımı, Ellerinden kaymamsa çabası. Kayganlıklara muhtaç bir evren var, Meymenetsiz bir gezegen var bu akşam galakside, Yörüngesiz bir Venüs olmalı muhtemelen, Kıskançlığı...
Hep düşündüm. Bir elimde kalem, ötekinde müsvedde parçası bir kağıtla… Kağıda çizilen acıların en büyüğünde ben var idim. Var olan acılar kalemin çizdiği mazi idi. Yine de tek desteğim mazimin acılarından doğacak ümitler olacak… Bu adam bu ümitleriyle sokaklarda yürümektedir. Bu sokak çıkmaz sokak mıydı? Bu sokak meçhule mi giderdi?...
Çevrene umut ver yarınlar gibi Hiç çözümsüz olma, sorunlar gibi Yanıtsız kalacak sorular gibi Takıl zihinlerde, orda kal biraz Seviyorsan milletini ülkeni Vicdanın rahatsız etmesin seni İnançla sunarken hizmetlerini Tat al zorluklardan, kıymet bil biraz Varsın dem vuranlar olsun varlıktan Kurtar benliğini karamsarlıktan Göğüs ger, sakın ha yılma zorluktan Neşene...
GÖK YUVARLAMA VAKTİ YUSUF GÖKBAKAN … – I – Ulaklar saldı dört bir yana Kuruvasan dolu tabağına bakarken Bir ferman buyurucu ; Dört bir yanı gümüş takılarla donatılmış ulaklar. Her birinde kahve renginde, iğneli kasket Ve aynı kruvaze ceket.. Ki tanısın haber alıcılar haber getireni. Ak yaylalarda kaykılmış, Yeşil tuğlalı...
Şehir, eski dokusuyla hâlâ ayakta duruyordu. Rüzgâr, taş sokakların arasından geçerken eskiden burada yankılanan çocuk seslerini getirmeye çalışıyordu ama başarıya ulaşamıyordu. Mehmet, eski ahşap kapıyı açtığında, zamanın içeriye ne denli sinsice sızdığını fark etti. Raflarda hâlâ annesinin koyduğu porselen tabaklar vardı; eski radyosu, çalmasa da bir köşede duruyordu. Ama...