#Teferrüc Dergisi 26. Sayıda “Oğuz Atay” başlıklı yazıma yer verilmesinden müşerref oldum. Sayıda yer alan yazarları kutluyorum. Emeği geçen edebiyat gönüllülerine çok müteşekkirim.
……………….
ATAY; VAROLUŞ KRİZLERİNE YÖNELİK
Aynı sözcükleri veya yakın anlamlı sözcükleri yoğun kullanan yazarlara dikkat edin! Ya sözcüklere yabancılığının ve sözcükler üzerindeki hüküm yoksunluğunun getirdiği döngüye sıkışmıştır ya da kullandığı tekniğin gereği olarak kitlesinde bir bilinçdışı oluşturmaktadır! Atay, ikinci gruba yüzü koyun girmiştir. Zira yeri geldiğinde okuyucunun derinlikten yoksun önyargılarına tahammül gösterir. Anlaşılma telaşı gütmez ya da anlaşılmama gayretine bürünerek gereksiz bir tılsım yaratıp yetersizliğini bastırmayada çalışmaz. Onun amacı, vurgunun ucunu sivrilterek, kendi zihninin sınırlarını aşma telaşıyla boğuşan okuyucuyu deliliğin sınırlarına çekmektir. Zira en kudurgan imgeler bu sınırlarda can bulur. Bu yazarlar en sıradan sözcüklerin bile imgelerini varederken nasıl bir saldırganlığa büründürülebileceğini iyi bilirler. Sırtlandıkları keskinlik arayışı, anlamanın sığlığında boğulmak yerine kavramanın derinliğine süzülmeyi gerektirir! Atay, Post-modern arayışın şeytani temsilcilerindendir. Okuyucuda bilinçdışı oluşturtmakta ısrarcıdır ve eserlerinde gezdirdiği dolaylamalar ve doyumluk telkin kalıplarıyla okuyucuya sessiz sedasız ve takdir kaygısı taşımadan ulaşır. O, oluşturduğu karmaşayı çözmeyi okuyucuya bırakmıştır.
Yavan bir gerçeklik arayışının içine yerleşip yaşadığı dönemde kabul görmeyi tercih edebilirdi. Sessiz sedasız bir köşede varoluş buhranıyla boğuşmak yerine, içi boş telkinlerle yaşamdan dem vurabilirdi. Fakat Atay da hedef bulamamış bir öfke birikir. Bu öfke onun yazmasının temel sebebidir. Zira ben ile kendilik arasına sıkışmasını sağlayan bir duygu durum kargaşasının içinden geçer. ‘Tutunamayanlar’ iki kutuplu bir romandır. Metaforların hepsinde sevinçler kederli, coşkunluklar yönsüz, umutlar inançsız, çabalar amaçsız ve kaygılarının boynunda – dünün- kemendi vardır.
Yazmak bir kaynaşma kültürü değil bir çatışma halidir. Buna kendinizden başlarsınız. İçgüdüsel değildir. Daha ziyade kökeni seciyeye yapışmış buyurgan bir dürtünün eseridir. Kendini yaratan bir döngünün ortaya çıkardığı dürtünün. Kendine yönelişte İç dengeyi korumak ve o gerilimi ortaya çıkarmak ağır bir süreçtir. Çünkü ruhsal olduğu kadar fizyolojik sonuçları var. Atay’ın sessizliği bu süreci doğru okuduğunun kanıtıdır.
Atay, eserlerinde, dilin ve dile duyulan ihtiyacın doğal sonucu olan anlatım eksikliğinin katmanları arasında dolaşarak, eserlerinin inceleme konusu olan “Varoluş krizlerine” yeni bir ifade alanı vererek; kendi buhranıyla yüzleşmenin, yaşamı tek düzelikten kurtarma çabasının asla mümkün olamayacağını, her kavrama gayretinin, belirsizliğin belirginlikler içerisinde derinleşmeyi aşamayacağını, absürt bir yaşamı anlamlandırma çabasında, insanın her türlü dayanağının yine çözümsüzlük üreteceğini ve bu çözümsüzlüklerin, parça parça, küçük tekrarlarla başka çözümsüzlük türevlerine dönüşeceğini, bu durumun kendisinin bir döngüde sıkıştığını ve içe dönük bir helezona evrilmekten öteye geçemeyeceğini vurgular.
Atay, bize, anlatmaz, bağırır.
Zira ona göre içinde olduğu dil, can çekişerek onun çağına ulaşmış, soluksuz kalmış bir çırpınma gayretiyle, zamanın dışına çıkmanın yollarını arayan ancak gerçeklik ile hakikat karmaşasının içine sıkışmış, kirişsiz bir yay gibi elinde tutmaya çalıştığı ve henüz kendisininde tam olarak tanımadığı bir dildir.
Filiz TOKLU / Teferrüc