Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
11°C
İstanbul
11°C
Az Bulutlu
Salı Az Bulutlu
11°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
13°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
14°C
Cuma Çok Bulutlu
14°C

LEYLÜFER-BİZİM OĞLAN VE PİŞTOV

LEYLÜFER-BİZİM OĞLAN VE PİŞTOV
6 Nisan 2023 22:16
400
A+
A-

Ali Rıza Navruz

“Buralar çok değerlenecek, bakın görürsünüz!”

Barutu, namlunun ucundan doldurulan yivsiz bir piştovun olacak elinde var ya, çekip horozunu sonra pıtırcığa vurduracaksın, görecek o zaman hanyayı Konya’yı şu bizim Serdar… Tutma beni be Hamza Dayı… Biz burada, salkım söğüt altında Rumeli türkülerini masaya yatırıp sallamaya çalışırken; Serdar kalkmış dünya malının inişinden çıkışından bahseder durur! “Estağfirullahe’l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ……”

Of yaaaaaaaaa! Nerde kalmıştık ki? Rumeli türküleri; hem sanat musikisi hem de halk musikisi sazlarıyla icra edilirmiş duyduğumuza göre. Bu sazlar içinde meydan sazı, cura, tambura ilk sıraları alırmış. Bu türkülerin ezgi özellikleri de bir başkacaymış nedense? Elveda Rumeli dizisi vardı bir ara bir televizyon kanalında. Çok sevdiğim bir diziydi gerçekten: “Kuzu sesi değildir Fadime’m ömürler biter” ezgisi, tüylerimi diken diken ederdi o zamanlar. Baskına uğrayan köylünün ağıt sesi kuzu sesine benzetilmiş…

Kuzeyde Kırımdan başla, Avusturya’ya, oralardan İstanbul’umuzun surlarına kadar ulaşılan bölge idi Rumeli. Daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa kıtasında olan bölümünün adı idi. İşte bu türkülerin doğuş yeri bu yörelerdir. Fakat bu türküler, bu sınırları da aşarak ta Anadolu’ya intikal etmiştir bildiğimiz gibi. Bu eserlerin, çok büyük sanatkârlar tarafından bestelendiği de görünen köydür efendim…

Bu türkülerimize; serhat türküleri dendiğini babam söylerdi hep. Ve derdi ki babacığım rahmetli: “Bu türkülerin büyük bir bölümü 15. İla 20. Asır mahsulüdür. Tuna boyundan başlar genellikle bu ezgiler evlat. Hele de mehter takımımız eşliğinde söylenirse değme gitsin!..”

“Estergon kalesi subaşı durak.

Kemirir gönlümü bir sinsi firak!

Gönül yar peşinde yar ondan ırak.

Akma Tuna akma ben bir dertliyim,

Yar peşinde koşan kara bahtlıyım.

Estergon kalesi subaşı kaya.

Kemirir gönlümü aşk denen bela,

Üftadeni hoş gör gel etme cefa.

Akma Tuna akma ben bir dertliyim.

Yar peşinde koşan kara bahtlıyım.

Estergon kalesi subaşı hisar.

Baykuşlar çağrışır bülbüller susar,

Kâfir bayrağını burcuna asar.

Akma Tuna akma ben bir dertliyim.

Yar peşinde koşan kara bahtlıyım.”

Bu ve benzeri türkülerin birçoğunun akıncı türküleri olduğu bilinir hepimizce de… Bunun yanında tabiat ve aşk konuları da işlenir elbette. Köçekçe takımlarında çok defa köçekçe olarak Rumeli türküleri okunur; “el çek zülfü-i yardan” gibi… “Sabahın seherinde ötüyor kuşlar”, “havada turna sesi var”, “koyun beni yükseklere yatayım”, “yürüdükçe servi boyun salınır”, “ne bakarsın hâin hâin yüzüme” derken, öte geçeden; “ayağına giymiş sedef nâlini”, “güvercin uçuverdi“, “üç güzelin sevdasıyla düşer oldum bu yola” şeklindeki türküler alır götürür sizi sizden, Rumeli diyarına…

Türküler götüredursun da ben döneyim şu ilk ateşli silah olarak bildiğimiz piştova… Bu puştun, pardon piştovun; bel, döner, dokuz patlar, dik durur gibi çeşitleri varmış o zamanlarda. İşte bu piştov bizim oğlan tarafından patlatılmış hikâyeye göre. Ama kimi hakladığı belli de değil hani. Görgü şahitleri; Tahattin, Safir ve Veysi der ki: “Açıldı pencere ve patladı piştov.” Gidip bakmak lazım değil mi şimdi? Bir Rumeli türkümüz var piştovla ve bizim oğlanla ilgili. Burada bu aksak usullü türküyü es geçersek çok çok ayıp etmiş oluruz diye düşünüyorum:

“Pencere açıldı Bizim oğlan piştov patladı.

Varın bakın kanlı da oğlan yine kimi hakladı.

Allı yemeni Bizim oğlan pullu yemeni,

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni.

Ben sana varmam Bizim oğlan ben sana varmam.

Yedi yıl karşımda dursan yine sana yalvarmam.

Allı yemeni bizim oğlan pullu yemeni,

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni.

İşte; “Pencere Açıldı Bizim Oğlan” isimli bu güzel türküyü 4103 nolu repertuar numarası ile TRT repertuarına Atatürk kazandırmıştır

Bence Bizim oğlan patlatmamıştır bu piştovu… Baksana Leylüfer kız ne diyor: “Yedi yıl karşımda dursan bile ben sana varmam Bizim oğlan, ben sana varmaaaaaaaam..” Penceresini içerden açıp dokunmuştur piştovun barutuna…

Rumeli demişken ve de türkülerini satırlara dökmüşken, kendisi de Rumelili (Üsküp) olan büyük şairimiz Yahya Kemal’e de bir kulak verelim diyorum:

“Balkan şehirlerinden geçerken çocukluğum,

Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını,

Her yaz şimale doğru asırlarca bir koşu,

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu…

Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.

Hicretlerin bakiyesi hicranlı duygular,

Mahzun hudutların ötesinde akan sular…”

ETİKETLER: , , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.