Bir zamanlar anılar, sandıkların diplerine saklanırdı. Sararmış fotoğraf albümlerinin sayfalarında sessizce bekler, sadece dost sohbetlerinde dillendirilirdi. Komşu kapısı çalınmadan yapılan sürpriz ziyaretler, el yazısıyla yazılmış mektuplar, telefonda söylenen “ararım seni” sözü… Hepsi kendine has bir samimiyet taşırdı. Mahremiyet, insanın en derin sırlarını sakladığı bir hazine sandığıydı. O sandığın kapağını ise yalnızca güvendiğimiz insanlara açardık.
Şimdi ise o sandığın kapağı ardına kadar açık. Üstelik anahtarı kendi ellerimizle teslim ettik.
Bugün hayatımız, avuç içimize sığan parlak ekranlara sığdırılmış durumda. Sabah gözlerimizi açar açmaz elimizin uzandığı bu küçük cihaz, bize dünyanın tüm renklerini, seslerini ve hikâyelerini getiriyor. Bir zamanlar anılar yıllarca saklanırken, artık her anımız saniyeler içinde “hikâye” adıyla paylaşılır oldu. Gittiğimiz yerler, yediğimiz yemekler, dinlediğimiz şarkılar… Sanki bir vitrine dizilmiş, “beğen” ve “yorum yap” etiketleriyle anlam kazanan nesnelere dönüştü.
Geçmişte birinin özel hayatını öğrenmek için belki aylarca ipuçları aranırdı. Şimdi ise tek bir dokunuşla, tanımadığımız insanların sevinçlerine, hüzünlerine, hatta en mahrem anlarına tanık olabiliyoruz. Fakat her paylaşımın ardında sessizce çalışan bir sistem var. Algoritmalar, neye bakacağımızı, hangi haberi okuyacağımızı, hangi ürünü satın alacağımızı bizden önce biliyor. Özgür iradeyle aldığımızı sandığımız kararlar, aslında görünmez bir elin yönlendirmesiyle şekilleniyor.
Bu dünyanın kapısından içeri girerken cüzdanımızdan para çıkmadı. Sadece bir tıkla “kullanım şartlarını kabul ediyorum” dedik. Karşılığında mahremiyetimizi sunduk. Aldığımız ise birkaç saniyelik onay duygusu ve sanal alkışlardan ibaret oldu. Peki, bu takas gerçekten kârlı mıydı? Ruhumuzun en özel köşelerini bu kadar kolay teslim etmek, bizi ne kadar mutlu etti?
Belki de dijital dünyada var olurken, sandıklarımızı tamamen terk etmemeliyiz. Kalbimizin en gizli bahçelerini yalnızca kendimize ve gerçekten kıymet verdiklerimize saklamalıyız. Ekranların parlak ışığında silinmeden, insan olmanın en değerli mirası olan mahremiyete yeniden sahip çıkmalıyız. Çünkü belki de kaybettiğimizi düşündüğümüz o değer, hâlâ bizi bekliyor; yalnızca kapısını kapatmamızı istiyor.
“Paylaşmak güzeldir ama bazı anlar sadece kalbin raflarında saklanmak ister.”
Birsen Eker