JACK LONDON
Jack London’la ilk tanışma kitabım oldu Kızıl Veba. Tam 109 yıl önce 1912 de yayımlanmış olan bu kitap, kurgu anlamında 2010 lu yıllarda gerçekleşen bir salgının “Kızıl Veba”nın, uygar yaşamı nasıl ilkel bir yaşama çevirdiğini anlatmakla beraber yazarın öngörüsü ve hayal gücünün muazzam olduğunu bizlere gösteriyor. Özellikle gerçekten de 2020-2021 de yaşadığımız covid salgınında olduğu gibi Kızıl Vebanın da tüm dünyayı kasıp kavurduğu müthiş bir hayal gücü.
Zamanında üniversitede öğretim üyesi ve profesör olan ve gayet medeniyet içinde yaşayan Granser’in şimdilerde ilkel yaşam şartlarına ayak uydurmaya çalışırken 3 torununa anlattığı, geçmiş zaman hikayesi yani Kızıl Vebanın nasıl hızla yayıldığı, bulaşan kişiyi bir-iki saat içinde öldürmesi ve toplu ölümler nedeniyle nüfusun ve hayat şartlarının yitirilişini konu alıyordu.
Yağmacılar, ülkenin dört bir yanında çıkan yangınlar ve salgın dolayısıyla insanların çaresiz kaçışlara yöneldiği bunda da başarılı olamadıklarını anlatıyordu. Son sayfalara doğru, birkaç sayfada anlatılan, yaşadıkları zamandaki kabilelerin isimleri ve birden çoğalan karakter isimleri birazcık karmaşık geldi bana.
Ancak neticede günümüze de temas etmesi beni oldukça etkiledi.
GÜLENAY GÜNEŞ