BAŞKALARININ TANRISI
MİNE SÖĞÜT
157 SAYFA
“Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil.”
Doğduğu, hatta belki de ana rahmine düştüğü andan itibaren karanlık, talihsiz bir hayat süren, iki bacağı dizlerinden kesik (bir cinnet anında kendi kesmiş) Efsun abla…
Kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen, geçmişini hatırlayamayan Adnan abi…
Bedenini satarak hayatta kalma mücadelesi veren Hülya…
Bir sabah işini, ailesini, düzenli hayatını geride bırakarak sokaklarda yaşamaya karar veren, belki de kendini bulmaya çalışan şair Musa…
Çöpte bulunan bir bebek Matruşka…
Beş farklı hayat, beş farklı mücadele ve sokaklarda bir şekilde yolları kesişmiş bu garip beşlinin ayakta kalma mücadelesi.
Çoğu zaman görmediğimiz, görmezden geldiğimiz, yok saydığımız sokak insanları. Tek amaçları koskoca şehirde barınacak bir yere sahip olmak. Sadece birbirine tutunan, sadece birbirine güvenen, hayatın bir yerlerde unuttuğu insanlar. Ne kadar görmezden gelsekte aslında o kadar çoklar ki!!! Sevgili Mine Söğüt çoğumuzun yüzleşmekten korktuğu bu insanlara ait kesitler sunmuş bize, oldukça akıcı bir dille. Üzen, yoran, hüzünlendiren hatta birazda korkutan bir yolculuk. Yanıbaşımızda olupta görmediklerimizin hikayesi Başkalarının Tanrısı.
Bahar’cığım eşlik etti bana bu değerli yolculukta ve ikimizde çok etkilendik bu hikayeden. Teşekkür ediyorum canım, daha nicelerinde buluşsun yolumuz. Ayrıca beni bu kitapla buluşturan sevgili Dilek , sana da kucak dolusu sevgiler.
Bir çocuğu bir şehre sevdirmek, bir şehri bir çocuğa sevdirmekten neden daha zor?
Daha önce hepimiz bir şeyleri tek başımıza terk etmişiz. Şimdi kahveyi, mahalleyi, darmadağınık da olsa mevcut bir düzeni hep birlikte terk ediyoruz.
Artık sadece şairim ben. Sadece şairim ve tüm hayat bir şiir.
Şehir gibi bakıyorsun bana Efsun Abla. Beni tehdit mi ediyorsun, çok mu seviyorsun anlaşılmıyor.
Şehir tükürüyor bizi. Kocaman imparatorlukları tükürüyor. Bir sürü savaş tükürmüş. İşgaller var tükürdüğü. Hainler var, kahramanlar var, casuslar ve komutanlar, imparatorlar, imparatoriçeler, sultanlar, padişahlar, azizler… Hepsini tükürmüş atmış. Bizi mi tükürmeyecek.
Saraylar… Yanar tabi. Halkı fakir olan zalimlerin sarayları er geç yanar. Alev almamış tek bir saray yoktur dünyada.
Köklerini kendi kendine sökmüş, kendi iradesiyle toprağından kopmuş bir ağaca benziyorum.
Bir çocuğu korumanın tek yolu onu doğurmamaktır.
Kimim ben? Benden başka herkes.
Yol nedir? Gelenler mi yapar o yol izini, gidenler mi?
Her şey tam ve bir şey hep eksik.
Yıkıldı yıkılacak bir binanın altında. Yıkıldı yıkılacak bir dünyamız var. Yıkıldı yıkılacak bir neşemiz. Biz diye bir şey var burada, bizim diye bir şey.
LÜTFEN KİTAP OKUYALIM!!!
Arzu ORTAÖREN